28 Aralık 2020 Pazartesi

Ülkücü Kötü Çocuk

Ülkücü Kötü Çocuk

                 

        

Yeni okulunda bozkurtlar, yunanlar ve daha niceleri olan Defne bu yeni hayatına ayak uydurabilecek miydi? İçinde doğaüstü olaylar, kötü çocuklar ve kuduzların olduğu bu hikaye gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmıştır.

 Otobüsten inip etrafımı izledim. Yeni okulum gercekten büyüktü. Bununla beraber aşırı kalabalıktı ve ben insanlardan nefret ederim. Tam boş boş dikilirken biri bana çarptı.


- Mal mısın ne dikiliyorsun burada.


Dönüp ona baktım.


- Ne diyorsun yarram.


Çocuk aşırı şaşırmıştı. Benden böyle bir cevap beklemiyordu. Kendini toparladı ve gülerek.


- Annen diyorum sjsjsjsj, dedi


Işte o an tepemden kaynar sular boşaldı. Annem benim ince cizgimdi.


- Anancılık yapma oc.


Bunu dediğim an çocuk bana kafayı gömdü. Biraz sendeledim ama hemen düzeldim, bir tane de ben gömdüm. Çocuk amele sumugu gibi yapıştı yere. 


Herkes bize bakıyordu ne yapacağımı bilemedim koşarak oradan uzaklaşacaktım ki bir anda biri beni kolumdan çekti. Çocukla göz göze geldik. Yüzünü inceledim. Pos bıyıkları mavi gözleriyle çok güzel bir yüzü vardı.


- Adın ne senin.


Sakin olmasına şaşırdım çünkü şamarı koyduğum anda yere yapışmıştı. Gururu incinmistir diye düşünmüştüm.


- Call me by your name.


Hiçbir şey anlamadı, kaşlarını çattı.


- Türkiye Cumhuriyetinde Türkçe dışında başka bir dil konuşulmayacaktır. 


- Karamanoğlu Mehmed Bey misin sen?


Kaşları bir anda düzeldi ve gülümsedi.


- Hayır ben bozkurtçuyum.


Bir anda yolda seçim arabası geçti ve "Yaşasın ırkımız Çin'e bedel kırkımız" şarkısı calmaya başladı. Çocuk arabaya doğru döndü ve ulumaya başladı. Onunla beraber yanındaki arkadaşları da ulumaya başladı. Okulun her yerini kurt sesleri sardı. Ayıp olmasın diye bende uludum. Bana döndü ve kanayan burnunun kanını alnıma sürdü.


- Bundan sonra seni bozkurtçu kraliçesi ilan ediyorum. 


Okulda kısa bir tören yaptılar ve beni bozkurtçu kraliçesi yaptılar. Elime bir tane tesbih ve çay verdiler. Onları aldım ve okul koridorunda yürümeye başladım. Tesbihimi salladıkça özgüven geliyordu. Çayımdan bir yudum aldım. Sınıfıma girdim ve boş bulduğum bir yere oturdum. Herkes bir an bana baktı. Yeni gelen kız muhabbetleri dönmeye başladı. O sırada bozkurtçu çocuk da sınıfa girdi. Beni görünce gözlerinizi pörtletti. Boş yer bulamayınca yanıma oturdu.


Hiçbir şey demedim yüzünü inceledim. Pos bıyığından akan terler onu çok seksi yapmıştı. Yine de onunla birlikte olamazdım çünkü ben derslerime çalışacaktım.


- Adım Abdülhamit söyleme fırsatım olmadı. Sen de söyle adını yoksa çok fena olur.


Ne demek istedigini anlamadım. Beni tehdit ediyordu ama neyle.


- Ne olur söylemezsem göstersene.


Meydan okur gibi baktım ona gözlerinden ateşler püskürüyordu. Yoksa kurta mı dönüşecekti. 


- Tengri senin belanı versin. 


Bu ne biçim bir tehditti. Ne yapmaya çalıştığını anlayamadım. Onu biraz daha sinir etmek istedim.


- Ben bozkurtçu kraliçesi olmaktan vazgeçiyorum işlerim var benim.


Bunu der demez masaya elini vurdu. Masa ikiye bölündü. Içinden dumanlar çıktı. Öksürmeye başladım. Gözlerim yanmaya, ciğerlerim çalışmamaya başlamıştı. 


- Dur yeter! Adım Defne dedim.


Abdülhamit eliyle dumanı dağıttı. Başka bir şey demedi ve önüne döndü.


Ne yapacağımı bilmiyordum. O nasıl bir çocuktu öyle neden bu kadar güçlüydü. Neden bu kadar önemsiyordu bunu. Ben daha okula yeni gelmiş bir insandım, kimse benimle ilgilenmezken o neden ilgileniyordu?


- Nasıl kırdın masayı protein tozu mu bastın?


Sırıtmaya başladı yüzüme bile bakmadan:


- Komiksin Defne. Ben Türküm.


Sinirlerimi bozmuştu ama gerçekten de Türk'tü. Kırık masayı alıp yerine yeni masa getirdiler. O sırada da hoca sınıfa girdi. 


Hoca aşırı yakışıklıydı. Bana baktı ve gülümsedi. Choke me sir bakışı attım. 


- Aramıza yeni katılanlar var galiba. 


Abdurmuttalip ona olan ilgimi anlamış olmalı ki. Yırtık dondan çıkar gibi atladı hemen.


- Evet hocam Defne adı. Geçen hafta deney yapacaktık.


Konuşmama izin vermedi. Çok sinir olmuştum. 


-Türklük ne yüce bir şeydir Yarabbi Türk olmayan herkesin anasini gotten sikiyim.


Bozkurtçu neden bu kadar bozkurtçulukla ilgileniyordu. Ama bir yandan da çekici geliyordu. Pos bıyıklarını düzeltirken göz göze geldik. 


- Defne ne bakıp duruyorsun.


- Abdurrezzak hayatımda gördüğüm en değişik insansın.


- Adım Abdülhamit. Önce adımı öğren.


- Adının anlamı ne?


- Doğu Perinçek tarafından savunulan kişi demek. Annem çok severek koymuş. 


Gerçekten çok değişik bir insandı. 


- Benim adım da Yunan Mitolojisinden geliyor. 


Kaşlarını çattı.


- Türk isimleri varken bunu mu buldunuz bula bula. Değişik olan sensin. 


Bu çocuk acaba gerçekten mi gerizekaliydi yoksa hayat şartlarından dolayı mı. Kafam çok karıştı.


- Böyle konuşucaksan ben başka bir yere geçiyorum.


Bir şey demedi. Yerimden kalkıp başka birinin yanına geçtim.


- Merhaba Defne ben.


Sarışın beyaz tenli biriydi.


- Apollon bende.


Çok şaşırdım.


- Gerçekten mi?


O sırada Abdurrahman yerinden kalktı ve beni kolumdan çekti. 


- Apollon'la konuşamazsın!


- Ne diyon olm.


Bir anda tuttu ve beni öptü. Içimde kurtlar ulumaya başladı. Her yerde kurt sesleri duyulmaya başladı. Ayrıldığımız da camdan dışarı baktım ve okul bahçesine bir kurt sürüsünün geldiğini gördüm. Ne oluyordu böyle? Kurtları mı yönetiyordu bu çocuk. 


Bir anda herkes bağırmaya ve kaçmaya başladı. Kurtlardan biri camı kırıp içeri girdi. Içeride sadece ikimiz vardık. 


- Bu kurt artık senin koruyucu kurtun.


- Bu da ne demek oluyor? 


- Demek oluyor ki sen artık bir kurt kadınsın.



---



                                        

Abdülhamit'le hâlâ bakışıyorduk. Bu ne saçma bir şeydi. Kurt kadın falan benim işim gücüm var.

- Kurta söyle gitsin burdan, ben Apollon'un yanına gidiyorum.

Bir anda kurtların hepsi uludu. Deli sikmiş gibi koşmaya başladılar.

- Abdülhamit gerçekten yeter. İstemiyorum seni kendine yeni birini bul.

Sınıftan koşarak uzaklaştım. Ben çıkınca kurtlar da uzaklaşmaya başladılar. Okulda herkes bana bakıyordu. Mal evladı Abdülhamit yüzünden bir de bunlarla uğraşacaktım.

Apollon yanıma koşarak geldi.

- İyi misin Defne niye çıkmadın oradan?

Verecek mantıklı bir cevabım yoktu o yüzden hemen bayılmış numarası yaptım. Herkes saniyeler içinde başıma toplandı. O sırada Abdülhamit'in de sesini duydum. Ulumaya başladı.

- Auuuuuuuu kalk bozkurtçu kraliçesi.

Bir anda içimde bir şeyler oldu ve ayağa kalkıp at koşturmaya başladım. At sürmeyi bilmiyordum bile ama atı şaha kaldırıp indirebiliyordum. Atdan kendimi yere attım ve at dört nala okulun dışına doğru koşmaya başladı

Elim ayağım çizilmişti hep. Kimya hocamız yanıma koştu.

- Defne iyi misin suni teneffüs yapabilirim istersen.

Başımı evet der gibi salladım. Kimya hocası suni teneffüs yapmaya başladı. O sırada sinirden çılgına dönen Abdülhamit kuduz köpek gibi havlamaya başladı ve kimya hocasının kafasını ısırdı.

Kimya hocası acıdan inleyerek revire doğru koştu. Ben ayağa kalkıp kuduz köpeğe tokat aticaktim ki beni kucağına alıp okul bahçesine doğru ilerlemeye başladı. Gittikçe hızlandı ve saniyeler içinde okuldan dışarı çıktık.

- Abdülhamit ne yaptığını sanıyorsun pitbull kafalı.

- Beni o ezik hayvanlarla karşılaştırma ben diriliş ertuğrul selçuklu kurduyum.

Bunu normal bir insan dese beyninden şüphe ederdim ama neden o deyince seksi geliyordu.

- Nereye götürüyorsun beni?

Gülerek cevap verdi.

- Çok seveceğin bir yere.

Cebinden anahtar çıkardı ve arabasını açtı. Beni yavaşça koltuğa yerleştirdi.

-Kemerini tak güzelim ben biraz hızlı kullanırım.

Kemerimi taktım ve onun yüzüne baktım. Neler oluyordu bana? Neden asla yapmayacağım şeyleri yapmaya başladım bir anda? Kafam gerçekten çok karışıktı, bu çocuk ne tür bir insandı, doğa üstü güçleri mi vardı?

- Kurtların hepsini nasıl çağırdın okula? Bayıldığımda koşan at nerden çıktı?

- Hep bu kadar konuşur musun?

Tam bir TC erkeği davranışlarıydı bunlar. Bu çocuk gerçekten Türk'tü.

- Ee bari nereye götürüyorsun beni onu söyle.

Pos bıyıklarının altından gülmeye başladı.

- Sürprizleri seversin diye düşünüyorum.

Bir anda okuldaki beyin yoksunu çocuk gitmiş yerine bad boy biri gelmişti. Şaşkınlıklar içersinde onu izledim.

Bir anda araba durdu dışarıya baktım. Bir tane yerden değişik renkli led ışıklar geliyordu. Beni nereye getirmişti? Bu saatte club'da ne yapacaktık?

                    

Kolumdan tutarak yürümeye başladı. Ormanda yetiştiği kanısına vararak çok da bir şey demek istemedim.

Dediği yerin önüne geldik ve yazan tabelayı okudum.

"Oğuzhan Yıldırım Türk'ün Mekanı"

Burası da neresiydi böyle ve neden adam adının sonuna Türk eklemisti, yağmur ormanlarındaki maymunlar bile onun Türk olduğunu anlayabilirdi.

- Neresi burası Abdülhamit nereye getirdin beni?

Kolumdan çekerek beni içeri soktu. İçeride bir sürü değişik ışıklar ve dansöz kıyafetli kadınlar vardı. O an jeton düştü.

- Pavyona mı getirdin beni?

Abdülhamit sesini bile çıkarmadı ve bir yere oturdu beni de yanında çekerek oturttu.

- Abdülhamit okuldan kaçırıp pavyona niye getirdin beni okula geri dönelim devamsızlık yapamam.

- Seni orada bırakamazdım işlerim var seni öylesine aldım yanıma.

- Neden bırakamazdın.

Döndü ve ciddi bir tavırla konuşmaya başladı.

- Çünkü Apollon'la konuşacaktın o da seni kandıracaktı.

- Neden nefret ediyorsun ondan bu kadar ne yaptı sana?

Daha çok ciddileşti.

- Yunan biriyle konuşulmaz. Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur.

Bu çocuk harbiden katıksız gerizekalıydı ama yinede yanında durmak istiyordum.

- Sen istediğini yap ben konuşmaya devam edeceğim.

Elini kaldırdı. Galiba yine masayı kıracaktı.

- Dur tamam buldog Abdülhamit.

Bir şey demedi ve birini çağırdı.

- Ben isot shot alayım bir tane. Defne'ye de meyve suyu getirin.

Meyve suyu da ne ben çocuk muyum?

- Bana da onun istediğinden getirin meyve suyu istemiyorum.

Döndü ve lafımı kesti.

- İsot shot sana fazla gelir Defne dediğimi dinle bir kere de.

Omzumu silktim. Garsona istediklerimi getir der gibi baktım. Güçlü olduğumu ona kanıtlayacaktım. Hem ne kadar ağır olabilirdi ki, çiğköftenin içinde de isot var ama bir şey olmuyor.

Bir kaç dakika sonra garson elinde içkilerle geldi. Bok gibi bir şeye benziyordu. Birine elime uzattım Abdülhamit elimi çekti.

- Kızım delirtme insanı.

Ani bir hamleyle kafama diktim. Boğazımı yakarak isot içime aktı. Gerçekten bu da neydi böyle. Beynimin suyu akmaya başlamıştı ki sanki.

- Defne benim sözümden çıkma diye kaç kere demem lazım sana.

Omzumu silktim ve bir sey olmamış gibi davrandım ama keşke içmeseydim. Çok değişik hissediyordum.

Dakikalar geçtikçe dünya dönmeye başlamıştı. Canım çiğköfte çekiyor bir yandan da kafamı bile kaldıramıyordum.

Abdülhamit bendeki değişikliği fark etti ki alttan alttan gülmeye başladı.

- Benim bir işim var burada otur ben gelirim 5 dakikaya.

Renkler birbirine karışmaya başladı. Abdülhamit masadan kalkar kalmaz karşımda Apollon'u gördüm. Hayal görmeye mi başlamıştım ne oluyordu bana? Derken Apollon yanıma oturdu boş boş yüzüne bakmaya başladım. Koluma dokundu.

- γεια σου Δάφνη. Şey yani merhaba Defne. Pardon biraz Yunan'ım.

Gerçekten de oydu ama burada ne arıyordu?

- Ne yapıyorsun burada Apollon. Abdülhamit görmesin seni kavga çıkartır.

Apollon saçlarını düzeltti ve konuşmaya başladı.

- Sarhoş musun sen Abdülhamit ne verdi sana?

- İsot shot 

Apollon dudaklarını ısırdı ve şarkı söylemeye başladı. Ardından üç külfü bir elham okudu ve üfledi. Bir anda bütün sarhoslugum gitmişti.

- Tahmin etmeliydim böyle yapacağını. Defne çabuk çıkalım buradan sana her şeyi anlatacağım.

- Apollon imam mısın sen?

Elimden tuttu ve birlikte kalktık.

- Hayır babam imam-hatip mezunu.

Nasıl mümkün olabiliyordu bu?

- Zeus imam hatip mezunu mu?

Apollon hızlı hızlı yürümeye başladı.

- Sonra anlatırım aslında babam imam ataması bekliyor senelerdir KPSS'ye çalışıyor.

Bu şeyler beni şok etmişti. Bizim Zeus nasıl böyle biri olabiliyordu?

- Bir sürü kişiyle evlenmesinin sebebi de belki çocuklarım devlette işe girer bana da torpil geçerler diye ama kimseye anlatma sonra bana ceza verip Londra'ya gönderiyor.

Artık Apollon'a güveniyordum ama bana bunları niye söylüyordu? Apar topar arabaya bindik.

O sırada dikiz aynasından deli sikmiş gibi koşturan Abdülhamit'i gördüm. Elinin üstünde koşuyor tam bir kurt gibi havlıyordu. Arabanın üstüne atladı ve plakayı ağzıyla söktü. Korktum ve cırladım, Apollon gaza bastı ve Abdülhamit yere düştü.

- Korkma Defne geçti hepsi sana şimdi her şeyi anlatacağım ama ondan önce şu muskayı tak boynuna nazardan korur.

Muskayı boynuma taktım ve dışarıyı izledim. Apollon şarkı söylemeye başlamıştı. O kadar yorulmuştum ki uykuya daldım.


---


                                        

Abdulhamit'in ağzından...

Ağzımda kalan plakayı yere attım. Arabanın peşinden koşmaya devam ettim. Yunan Apollon Defne'yi kandırmayı başarmıştı. Gözden kaybolduklarında o kadar sinirliydim ki koşarak pavyonun girişindeki güvenlikleri ısırdım.

- Abi ne yapıyorsun iyi misin?

Güvenlikçiler copla ağzıma bir tane vurdular. Beynim zonklamaya başladı sendeleyerek ormanlık alana doğru yürüdüm. Tam bir kurt gibi ulumaya ve kurt dostlarımı çağırmaya başladım.

-Auuuuuu bozkurtçular gelin buraya.

Karşı dağdan başka bir bozkurtçunun sesi geldi.

- İşimiz var auuuuuuuuuu.

Ciddiye almamışlardı beni, ne yapsam gelirler acaba diye düşünmeye başladım ve aklıma hemen bir fikir geldi.

- Koşun galiba birinizin annesine küfür ettiler.

Bunu der demez bir anda sanki deprem oldu. Dört tarafımdan bozkurtçular akın akın gelmeye başladılar. Gelen herkes, nerede o şerefsiz, onu sıcak çayla banyo yaptıralım, tesbihlerle kırbaçlayalım diye bağırdılar.

- Sakin olun! Önemli bir mesele olduğu için sizi çağırdım. Defne adlı kardeşimiz Yunanlılar tarafından kaçırıldı.

Hepsi bir anda delirmeye, çukur kazmaya ve buldukları kemikleri fırlatmaya başladılar.

- Durun! Acele etmemiz lazım. Dağılıp onları bulmaya çalışalım.

Bozkurt ocağımızın alfası Jacop konuşmaya başladı.

- Dostlarım zamanında Edward Cullen'ı nasıl buradan attıysak Defne'yi de bulup evine teslim edeceğiz.

Konu Edward'a nerden gelmişti anlamadım ama o haklıydı. Bella yengemize yavşayan şerefsiz Edward'ı Turan taktiğiyle tuvalette sıkıştırıp bir güzel dövmüştük. Apollon'u alt etmemiz çok kısa bir zaman alacaktı.

Gruplar halinde dağıldık ve yerleri koklayarak Defne'yi bulmaya çalıştık. Dakikalarca süren aramaya rağmen hiçbir şey bulamadık. Jacop yanıma geldi.

- Kardeş galiba kız çok uzaklaşmış. Nasıl kaçırdılar kızı?

Söylediğim yalan ortaya çıkmasın diye lafı geveledim.

- Arabayla kaçırdılar ama ağzımla plakayı söktüm işe yarayabilir.

Jacop dik dik bana baktı.

- Kardeş bizi niye yoruyorsun arabana binip takip etseydin ya, vatan kurtarılmayı beklerken sen bizi bu işlerle meşgul ediyorsun.

Düşündüm de belkide o haklıydı, gerçekten arabayla onları takip edebilirdim. Vatanın kurtarılmasını geciktirmiştim.

- Kusura bakma bilader yordum sizi haklısınız. İçeri girin de Oğuzhan Yıldırım Türk abimiz size bir çay içirsin.

Bozkurtçu arkadaşlarım yavaş yavaş dağılmaya başladılar. Ben de hızlıca arabama atladım ve Apollon'un evine doğru yol aldım.

Defne'nin ağzından...

Apollon'un sesiyle uyandım. Galiba gelmiştik. Arabadan indim ve Apollon'u takip etmeye başladım.

- Evime hoşgeldin Defne.

Evi çok güzeldi ve büyüktü. Babası imam ataması bekleyen biri bu kadar büyük bir evi nasıl alabiliyordu?

- Evin çok güzelmiş Apollon. Ne olduğunu anlatmaya başlar mısın hemen.

Apollon saçlarımı düzeltti ve gülümsedi.

- Her şey Abdülhamit ve eski sevgilisi Hafize Melike Kezban'ın ayrılmasıyla başladı. Başlarda normal bir şekilde konuşsalar da sonradan okulda sürekli kavga etmeye başladılar. Hafize Melike Kezban sürekli onu başka erkeklerle kıskandırmaya çalışıyordu. Abdülhamit de delirip kuduz köpek gibi herkesi ısırıp tesbihleri helikopter gibi sallayarak insanları dövüyordu.

Hafize Melike Kezban da kimdi ve neden üç tane ismi vardı?

- Bir gün Hafize Melike Kezban ben soyunma odasında üstümü değiştirirken içeriye Doja Cat söyleyerek girdi ve twerk atmaya başladı.

Bu kız kendini ne sanıyordu? Neyseki ben geldikten sonra böyle hareketler yapamazdı artık.

- Zorla beni öpmeye çalıştı ve bana sikişelik mi dedi. Korktum ve kaçmaya çalıştım ama gazozuma uyku ilacı katmıştı. Olduğum yere bayıldım. Sonra uyandığımda Nuri Alço bornozuyla başımda dikiliyordu. Her şeyi telefonuma kaydettim Abdülhamit seni dövecek dedi.

- Neden yaptı bunu sana?

- Benden intikam almak için. 9. sınıfta ona selam dedim diye herkese Apollon bana aşık dedi. Bende ona aşık olmadığımı söyleyince delirdi ve senelerdir benimle uğraşıyor.

Bu kız gerçekten adının insanıydı. Böyle bir şey nasıl yapabilirdi? Apollon'a çok üzülmüştüm.

- Diğer gün teneffüste tuvalete girdim. Klozete oturduğum anda üstüme bozkurtçular atlamaya başladı. Küçücük tuvalette 10 kişi beni dövdüler. Her yerime sıcak çay döktüler, sırtıma tesbihlerle vurdular.

Tişörtünü çıkardı ve arkasını döndü. Sırtı hep yara izleriyle doluydu.

- Şu halime bak şamar oğlanına döndüm.

Yaralarından birine dokundum ve Apollon'un sırtıyla oynamaya başladım. Önünü döndü ve beni izlemeye başladı. İyice yakınlaşmışken bir anda bir patlamayla camdan içeri bir füze girdi. Duvarı kırdı. Ben cırladım ve Apollon'un arkasına saklandım.

O sırada kırık duvarın içinde bir şey hareket etmeye başladı. Hırlayan köpek sesleriydi bunlar. Toz dumanın içinde bir silüet belirdi. Bu Abdülhamit'di.

- Abdülhamit ne arıyorsun burada kapıdan girmeyi bilmiyor musun?

Abdülhamit ateş topu gibiydi. Sabahtan beridir kuduz köpek gibi hareketler yapıyordu ama bu sefer sanki ikimizi de öldürecek gibiydi.

Sivas kangalı gibi havlamaya başladı ve Apollon'un üstüne atladı. Birbirlerini yumruklamaya başladılar. Apollon, Diriliş Ertuğrul Kurdu Abdülhamit'in yanında çok narin duruyordu. Birbirlerini ittirerek evin bahçesine kadar çıktılar.

Apollon dayak yemeye başlamıştı. Abdülhamit tamamen insanlıktan çıkmıştı. Tam Apollon'a yardım etmeye çalışacaktım ki, Apollon bağırmaya başladı.

- Zeus imam hatiplerin tanrısı bana yardım et.

O anda birden yağmur yağmaya şimşekler çakmaya başladı. Islanan bozkurtçu Abdülhamit biraz duraksadı ve ıslak kıyafetini çıkardı. O duraksama anında gökten bir müezzin indi ve Abdülhamit'e 619 çekti. Neye uğradığını şaşıran Abdülhamit yere yığıldı. Apollon gök yüzüne tekrar uçan müezzine doğru bakarak konuştu:

- Teşekkürler baba.

İkisi de kanlar içinde birbirlerine bakıyorlardı. Hangisinin yanına gitmeliydim şimdi? İkisi de çok kötü durumdaydı. Yere amele sümüğü gibi yapışmış olan Abdülhamit'e baktım. Burada ölürse yarın Müge Anlı'ya çıkardık Apollon'la birlikte. Bunları kaldıramazdım ama yinede Apollon çok iyi biriydi ve onu bırakmak istemiyordum. Ayakta dikilirken Apollon yanıma koştu.

- Hadi gidelim buradan Defne. Kendine gelirse daha kötü olur bu sefer babam da durduramaz.

O haklıydı, Abdülhamit'i gördüğüm andan beridir ya birilerini dövüyor ya da havlıyordu.

- Onu dinleme Defne o seni kandırıyor bana güvenmelisin. Bozkurtçu Kraliçesi'sin sen.

Kafam çok karışmıştı. Bir Apollon'un havada kalan eline baktım, birde yerde sığır gibi yatan Abdülhamit'e. Çok kısa bir sürede karar vermem gerekiyordu.

---

                                        

Previously on Ülkücü Kötü Çocuk

- Lan oğlum gel lan buraya.

Müezzin saldırısı! HAV HAV AUUUUUUU

- Öldüm aq ne yapıyorsun

...

Şimdiye tekrar dönüyoruz...

Kafam çok karışmıştı. Apollon'u mu seçecektim yoksa Abdülhamit'i mi?

- Defne hadi gidelim. Yoksa onu mu seçeceksin?

Ne kadar Apollon'la gitmek istesem de ben bad boy seviyordum. Apollon gibi soft boy'lar bana göre değildi. Neden bana bok gibi davranan bir erkekle birlikte olmak varken iyi biriyle birlikte olmayı seçeyim ki?

- Özür dilerim Apollon ama ona yardım etmeliyim bu halde bırakamam.

Apollon havadaki elini yavaşça cebine soktu. Sonra parmağını şıklattı ve babasına seslendi.

- Baba yağmuru durdurabilirsin artık. Bir önemi kalmadı.

Apollon yüzüme bile bakmadan yürümeye başladı. Gerçekten kalbi kırılmıştı ama ne yapabilirdim ki bad boy fetişim vardı.

Abdülhamit'in yanına koşmaya başladım. Ağzı yüzü dağılmış tam bir bim poşetine dönmüştü. Yüzü bok gibiydi midem bulandı. Kafasına sıçsaydım yüzü daha güzel görünürdü.

- Defne kan tutuyorsa bakma.

- Bugün sabah kurbanlık koyun gibi kafama kan sürdün.

Abdülhamit'i kaldırmaya çalıştım. Yavaşça kalktı.

- Neden onunla gitmedin?

Aslında çok pişman olmuştum keşke onunla gitseydim. Apollon çok güzeldi ve çiçek gibi kokuyordu, Abdülhamit ise okul tuvaleti gibi kokuyordu ve pos bıyıkları onu aşiret dizisi dedelerine benzetiyordu.

- Bilmiyorum zaten giderim birazdan annem mesaj atmış.

Onu arabasına bindirdim. Beni eve bırakmasını söyledim. Ayrılırken elimi tuttu bende öpüp alnıma koydum.

- Bu çok seksiydi.

Ona öpücük attım ve arabadan indim. Annem evin girişinde beni bekliyordu.

- Kızım okulda at sürmüşsün, kavga etmişsin şimdi de 50 yaşında gibi duran birinin arabasından indin.

- Yes mommy.

Annem geldi ve beni öptü.

- Aferin kızıma okuldan da kaçmışsın tabiki de istediğin şeyi yapabilirsin seni seviyorum.

Annem çok haklıydı. İstediğim şeyi yapabilirdim.

Odama çıktım ve hemen fake hesap açıp okuldaki herkese istek attım ve internetten bozkurtçular ve Apollon arasındaki savaşı araştırdım.

"Apollon ve Bozkurtçuların aralarında yıllardır süren bu savaş rivayetlere göre bir kurbanla sonuçlanacak. Bu kurban bir bozkurtçu veya Zeus'un en sevdiği müezzin olmalıdır. Eğer çok zor durumda kalınırsa araya bir dişi sokulmalı ve ikisinden birini seçmesi söylenmeli. Dişi biriyle evlenince ve çocuk yapınca savaşı o taraf kazanacaktır. Ayrıca Türk olmayan herkesin Tengri belasını versin. Türk olmak dünyanın en güzel şeyidir."

Bu da neydi bunlar gerçek miydi? Eğer öyleyse biriyle evlenmem mi gerekiyordu şimdi? Kafam çok karışmıştı. Kendimi yatağa attım ve uyumaya çalıştım.

                    

***

Alarmın sesiyle uyandım. Evin dışından biri deli gibi korna çalıyordu. Annem içeriden bağırdı.

- Kızım dünkü 50 yaşındaki adam geldi seni almaya tabiki de gidebilirsin onunla.

Kalktım ve hızlıca kendime bir kombin yaptım.


Acaba okul için çok mu sade olur diye düşündüm umarım insanlar benimle  dalga geçmezdi. Aynanın karşısına geçtim, makyajımı da yapmam gerekiyordu Abdülhamit dışarıda beklemesin diye onu eve çağırdım. Annem bize kahvaltı hazırladı ve odama getirdi. Abdülhamit ben makyaj yaparken yemek yiyordu.

Makyajımı tamamladım ve bir fotoğraf çekildim.



Biraz doğal bir görüntü olsun istemiştim.  Abdülhamit bana baktı.

- Kızım böyle mi giyineceksin üstüne bir şeyler al düzgünce.

O gerçekten kötü bir çocuktu üstüme ceket aldım. Anneme görüşürüz dedim ve evden çıktık.

Arabaya bindim , aynadan kendime baktım. Saçımı düzelttim ve Abdülhamit'e döndüm.

- Neden beni almaya geldin?

Sırıttı.

- Bundan sonra seni tek başına bırakamam.

Elimi tuttu.

- Sağol beni düşündüğün için.

Ona ihtiyacım vardı okulda kimse beni sevmezdi çünkü çok güzeldim.

Dakikalar sonra okula vardık. Arabadan indik birlikte, herkes bize bakıyordu. Bütün kızlar kıskançlıktan kuduruyorlardı.

- Ya oha abi daha dün geldi hemen Abdü'yü tavlamış.

Ben götüm Everest'e kalkmış yürürken bize doğru koşan bir kız gördüm. Kız bir anda üstüme atladı

- Abdülhamit'in yanına ben varken yaklaşmayı nasıl cesaret edebildin!

Bu da kimdi ve benden ne istiyordu? İki hamlede ağzına şamarı koydum ve üstümden kalktı.

- Hafize Melike Kezban ne yaptığını zannediyorsun Defne'yi rahat bırak!

Abdülhamit sinirle onu uzaklaştırdı. Demek Hafize Melike Kezban oydu. Apollon'un hayatını karartan kız... Bu arada Apollon neredeydi acaba ona bir özür borçluydum.

- Beni bu kız için mi bırakacaksın Abdülhamit? Senin için her şeyi yaptım.

Abdülhamit bozkurtçu kolyesini tuttu ve uludu.

- Bundan sonra ne ölün ölüme ne dirin dirime.

Bu da neydi şimdi? Ben böyle şeylerden nefret ederim ama yinede o diyince çok seksi gelmişti.

Birlikte sınıfa doğru yürüdük. O sırada Apollon sınıfın girişinde dikilmiş etrafı izliyordu. Ona baktım. O ise yüzüme bile bakmadı ve etrafı izlemeye devam etti. Dün gerçekten kalbi kırılmış olmalıydı.

- Merhaba Apollon dün soramadım iyi misin?

Yine yüzüme bakmadı. Şarkı mırıldanmaya başladı

- Κορίτσι δάφνης μου, ξύπνα, δες αυτή την αλήθεια, σκατά τη μητέρα σου

Ne güzel bir şarkıydı bu.

- Anlamı ne şarkının çok güzelmiş.

Yüzüme döndü ve mimik bile oynatmadan.

- Defne kızım, uyan, gerçeği gör, anneni sikeyim.

Sonra tekrar önüne döndü. O sırada sınıftan bir ses geldi. Abdülhamit masaların üstünden koşarak bize doğru geliyordu.

- Biri birinin annesine küfür etti duydum lan duydum!

Apollon kalbimi kırmıştı. Yanından ayrıldım ve yanıma koşarak gelen Abdülhamit'in yanına gittim.

- Yanlış duydun galiba gel yerimize geçelim.

Ders boyunca Abdülhamit bana bıçak çekmeyi, tesbih sallamayı öğretti. Dersin sonunda da bana çiğ köfte yoğurdu.

- Tadına bak bakalım nasıl olmuş.

Elleriyle bana çiğ köfte yedirdi.

- İsotu az olmuş gibi.

Bunu dedikten sonra ağzıyla isot poşetini açtı. O kadar seksiydi ki... Havaya saçılan isot tanecikleri bu anı çok büyülü yapmıştı. Bıyıklarına düşen isotları temizledim.

- Sen artık otağımızın kadını olacaksın.

Bu kelimeler beni çok mutlu ediyordu. Tam onu öpecektim ki zil çaldı. Abdülhamit ayağa kalktı.

- Bugün bozkurtçu toplantımız var bitince yanına gelirim tamam mı? Kantinde olurum.

Tamam der gibi kafamı salladım. Ağzımın kenarından akan nar ekşisini sildi ve yedi.

- Çok güzelsin dişi kurt.

Ardından sınıftan çıktı. Apollon yerinde mi diye baktım ama o da çoktan çıkmıştı. Bugün onunla konuşmamak galiba daha iyi olacaktı.

Tuvalete gidip makyajımı tazeledikten sonra kantine indim. Abdülhamit ne yapıyordu hâlâ yanıma gelmemişti.

Kantine indiğimde orada yoktu. Belki de spor salonundadır diye düşünüp oraya gittim. Spor salonuna baktığım anda şoka girmiştim.

Hafize Melike Kezban ve Abdülhamit kurt kostümleri giymiş vuruşuyorlardı. Abdülhamit uluyor bir yandan.

- Hadi dişi kurt çok iyisin, diye bağırıyordu.

Ne yapacağımı bilemedim. Koşarak oradan uzaklaştım. Bu da neydi şimdi gördüklerime inanamıyordum. Ağlayarak bir yere saklanmaya çalışıyordum ki biri elimi tuttu.

- Defne iyi misin?

Çiçek kokusu ve güzel sesiyle konuşan Apollon'du bu.

- Özür dilerim Apollon dün seninle gitmeliydim.

Bana sarıldı.

- Üzülme, kafan çok karışıktı. Anana sövdüğüm için asıl ben özür dilerim.

Soyunma odasının önünde birbirimize sarılıyorduk. Apollon sanki cennetten gelmiş gibiydi. Kısa bir sürede sakinleştim. Bana uzun uzun baktı, göz yaşlarımı sildi.

- Okul tuvaleti kokan birinden daha iyisini hak ediyorsun.

O gerçekten haklıydı. Nasıl bu kadar kör olmuştum. Hepsi bad boy fetişim yüzünden olmuştu.

Saçlarımla oynamaya başladı. Bir anda aşırı yakınlaştık ve beni ani bir hamleyle öptü. O sırada dışarıdan sela sesi duyuldu. Bu Zeus'un müezziniydi. Döne döne sela okuyor bir yandan bizim üstümüze çiçekler atıyordu.

Bu büyülü anın bitmesi çok uzun sürmedi. Bir kükreme sesiyle irkildik.

- Lan ne oluyor burada. Apollon şimdi siktim belanı.

Abdülhamit dört nala koşmuş üzerimize doğru geliyordu. Apollon'u korumak için bir şeyler yapmalıydım. İçimde değişik bir his vardı saniyeler içinde bir de baktım ki bir anda elime bir levye ışınlandı. Sıkıca tuttum ve bize doğru koşan Abdülhamit'in beyninin pekmezini bir hamlede akıttım.


---


                                        

Previously on Ülkücü Kötü Çocuk

Şap şap ohhhhhhh.

- Fuck me daddy

- LAN NOLUYO

Beyin pekmezi akması.

Günümüze dönüyoruz...

Elimdeki levyeye baktım. Abdülhamit yere fakir sümüğü gibi yapışmış bana bakıyordu. İçimde hâlâ bana yaptığı bu şeyin siniri vardı. O sinirle kafasına bir tane daha indirip Allah'ına kavuşturacaktım ki Apollon elimden tutup beni engelledi.

-Defne sakin ol ne yapıyorsun?

Apollon'un yüzüne baktım. Elimdeki levyeyi yere attım. Okulda tabiki de kural olmadığı için birini levyeyle dövmek normal bir şeydi.

- Hadi gidelim buradan. Müezzinin bacağından tut o bizi uçurmaya başlar.

Müezzinin bacağından tutundum ve Apollon'la uçmaya başladık. Tam havalandık gidiyorken aşağıdan kuduz köpek abdülhamit bizi çekmeye başladı.

- Defne bana bunu yapamazsın! Apollon gel lan buraya!

O sırada Apollon'un bacağını ısırdı. Acıyla inleyen Apollon'a baktım ve ani bir hareketle Abdülhamit'in ağzına ayağımı soktum. Ayak fetişi olan Abdülhamit'in dikkati dağıldı ve bizi bıraktı. Hızlıca yükseldik ve Apollon'un evine doğru yol aldık.

- İstersen bir tane daha müezzin çağıralım rahat edemediysen.

- Şey baban Zeus ama ulaşım aracı olarak bunu mu kullanıyorsunuz.

O sırada zikir çeken müezzin durdu ve konuşmaya başladı

- Kızım, gerçek yol sadece Allah'ın yoludur.

Ne alaka anlamamıştım ama gerçekten haklıydı. Konuşmasına devam etti.

- İsterseniz Zeus'un yanına gidelim imam nikahınızı kıysın.

Apollon'la birbirimize baktık, domates gibi kızarmıştı. Bu çocuk gerçekten benimle evlenmek istiyordu.

- Müezzin sus artık önüne bak.

Ne kadar Apollon'dan çok hoşlansam da o kötü çocuk değildi bana çok iyi davranıyordu. Bana iyi davranan biriyle evlenmek ne kadar mantıklı bilemiyordum. Belki de onu da kötü çocuk yapabilirdim zamanla.

- Defne neden ağlıyordun bana anlatacak mısın?

O sırada Apollon'un balkonuna iniş yaptık. Apollon müezzinin cebine 50 lira sıkıştırdı. Ben ise Abdülhamit ve Hafize Melike Kezban'ın vuruşma anını gözümün önünden götüremiyordum. Nasıl bir teneffüste bana bunu yapabilirdi?

- İstemiyorsan anlatmak zorunda değilsin.

Anlatsam daha iyi olacaktı. Belki Apollon bana akıl verebilirdi.

- Abdülhamit ve Hafize Melike Kezban spor salonunda kurt fetişi yapıyorlardı.

Tekrar ağlamaya başladım ve Apollon bana sarıldı.

- Üzülme Defne geçti hepsi. İstersen itiraf sayfalarından Hafize Melike Kezban'a sövebiliriz ya da babama söyleyim müezzin gece evine gitsin yatağına işesin.

-Teşekkür ederim Apollon sana yaptığım şeyden sonra hâlâ yanımdasın.

Gülümsedi ve saçımı öptü.

-Ben her zaman senin yanında olacağım.

Dakikalarca bu şekilde kaldıktan sonra Apollon yemek hazırlamaya gitti. Ben ise odasındaki eşyalara bakmaya başladım.

                    

Her yerde resimler, çiçekler vardı. Eğer kötü kız olmasaydım sonsuza dek burada kalabilirdim ama bomonti filtresiz içmeden duramıyordum. Ben kötü bir kızdım ve bu hep böyle kalacaktı.

Yatağının başındaki fotoğrafa baktım. Fotoğraftaki kişi nedense tanıdık geliyordu. Daha yakından incelerken Apollon odaya girdi. Elimdeki fotoğrafa baktı.

- Bu kim Apollon tanıdık biri gibi sanki.

Biraz rengi gitti ama bozuntuya vermeden konuşmaya devam etti.

- Tanımazsın eski bir arkadaşım. Hadi kaldır onu yemek yiyelim.

Yemek yemeye tam başladık ki zil çaldı. Yoksa Abdülhamit mi gelmişti? 5 dakika rahat bırakmıyor bizi.

-Ben bakayım sen bozma rahatını.

Kalktı ben de arkasından kim gelmiş diye bakmak için odanın kapısından kafamı uzattım. Gelen kişi Abdülhamit değildi zaten o olsaydı kesinlikle eve çatıdan girmeye çalışırdı.

Sesleri duyamıyordum ama tartıştıkları kesindi. En iyisi yanlarına gitmek diye düşündüm ve Apollon'un yanında dikilmeye başladım.

- Lan gevşek çocuğun beyni burnundan akıyor nasıl bir şey yapmadım diyorsun?

Kapıdaki çocuk gözlerini pörtletmiş fıtık olmuş gibi kollarını açmış değişik değişik hareketler yapıyordu. Bu da kimdi?

- Defne sen içeri geç geliyorum ben.

- Bu kim Apollon?

Kapıdaki çocuk gözlerini daha çok pörtletti.

- Fenasi kerim ben. Sen de Abdülhamit'i yarı yolda bırakan bozkurtçu kraliçesi olmalısın.

Bir insan neden çocuğuna bu ismi koyardı? Gerçekten ona üzülmüştüm.

- Ben kimseyi yarı yolda bırakmadım. Git dikilme kapının önünde boş boş. Abdülhamit'e de söyle boklu çiğköftesini Hafize Melike Kezban'a yedirsin.

- Lan sen anneme niye küfür ediyorsun?

Bunların ne problemi vardı?

- Fenasi hadi git sonra baş başa konuşalım ne sorunun varsa, rahatsız ediyorsun Defne'yi. Abdulhamit'in yediği dayak az gelmiş galiba yarın devam ederiz.

Apollon bunu derken çok seksiydi. İşte benim kötü çocuğum yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.

- Biz zaten sürü halinde saldırırız o yüzden şimdilik özür diliyorum, yarın 30 kişi toplar seni dövmeye geliriz.

- Tek başıma da alırım sizi merak etme.

Apollon o kadar seksiydi ki bunları söylerken ağzımın suyu akmıştı. Kapıyı kapatır kapatmaz üstüne atladım. Öpüşmeye başladık. Apollon durdu.

-Defne ne yapıyorsun?

Zor çocuğu oynamaya başlamıştı galiba. Bu çocuk gerçekten bir anda bad boy olmuştu. Bir şey demeden öpmeye devam ettim.

Daha fazla anlatmayım siz ne olduğunu hayal edin sjsjsjsj.

***

Uyandığımda gece olmuştu. Apollon hâlâ uyuyordu. Gerçek hayatta kedi yavrusu olan çocuk yatakta tam bir aslandı. Neyse daha fazla anlatmayım sjsjsjsj.

Yatağın ucundaki fotoğrafa bakmaya devam ettim. Bu çocuk kimdi? Apollon neden sorunca düzgün bir cevap vermemişti? Benden ne saklıyor olabilirdi gerçekten merak etmiştim. Masanın üstünde duran fotoğraf makinesine baktım. Kalktım ve Apollon'un uyurken fotoğraflarını çektim. Flash patlayınca uyandı.

-Ne zamandan beridir uyanıksın güzelim beni neden uyandırmadın?

Güzelim demeye başlamıştı. Artık o gerçek bir bad boy olabilirdi.

-Bilmem çok olmadı uyandırmak istemedim.

-İstersen sana bizim Yunan mutfağından bir baklava yapayım yersin.

Gülümsedim ve yanına yattım. Tam tekrar öpüşmeye başlayacaktık ki dışarıdan bir bağırma sesi geldi.

- Lan baklava Türk yemeği lan!

Hayır olamaz bu Abdülhamit'in sesiydi. Apollon beni arkasına aldı ve sakin olmamı söyledi.

-Abdulhamit git buradan kavga etmek istemiyoruz artık.

Bunu dedikten saniyeler sonra sesi kesildi tam rahat bir nefes almıştık ki. Camdan bir şey içeri fırladı. Bu kuduz köpek Abdülhamit'ti tabiki de. Bizi yatakta görünce tavanda koşmaya başladı üstümüze atladı.

- Lan Defne benim karım lan.

Abdülhamit iyice bok gibi birine dönmüştü. Tam kavga edecekken bir anda dışarıdan cadı kahkahası gibi bir ses geldi. Hepimiz irkildik.

- Bu da kim? Apollon korkmaya başladım.

Apollon yavaşça camdan dışarı baktı. Bakar bakmaz yere yığıldı.

- Apollon!

Abdülhamit korkudan altına sıçmıştı ama yinede bana kendini kanıtlamak için camdan dışarı bakmaya o da gitti.

- Hafi-

Kelimesini bitirmeden o da yere yığılmıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Odanın kenarına saklandım. Camdan uçarak biri girdi.

- Sevdiğim iki erkeği de elimden almak neymiş göstereceğim sana.

Bu Hafize Melike Kezban'dı. Ne tür bir canlıydı o?

- Hafize Melike Kezban! Onlara ne yaptın uyandır ikisini de hemen!

Cadı kahkahasını atmaya devam etti ve bir hamleyle beni 2 kiloluk dumbell gibi kaldırdı. Bu nasıl mümkün olabiliyordu.

- İndir beni oc.

- Seninle çok eglenecegiz. Yarına annen Müge Anlı'ya çıkar kızımı kaçırdılar diye hahahaha.

Ne saçmalıyordu bu? Ağzına şamarı bir koysam böyle hareketler yapamazdı. Tam elimi kaldıracaktım ki beni tek bir hamleyle yere attı. Kafamı duvara vurdum. Dünya yavaş yavaş kararmaya başladı. Apollon'a elimi uzatmaya çalışırken öbür tarafa gidiverdim.

---
                         

Apollon'un ağzından...

Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Abdülhamit yanımda yatıyordu. Hemen ayağa kalktım ve Defne'yi aramaya başladım.

- Defne!

Hiçbir ses gelmedi. Hafize Melike Kezban yapmıştı yine yapacağını. Ah benim güzel kızım Defne seni bu durumlara sokmayı hiç istemezdim.

- Abdülhamit kalk.

Abdülhamit hâlâ yatıyordu. Onu kaldırmak için bir yöntem bulmalıydım.

- Abdülhamit kalk anneni sikiyorlar.

Abdülhamit derin bir nefes alarak uyandı.

- Nerede lan nerede!

Kalkmasına yardım ettim. Ne kadar birbirimizden nefret etsek de Defne'yi bulurken birbirimizden yardım almalıydık.

- Defne'yi bulmamız lazım Hafize Melike Kezban'ın evine gidelim çabuk kalk.

Ama ondan önce stres atmak için biraz piyano çalmam gerekiyordu.

- Προσκλήσεις για την Ελλάδα και το έργο του και το έργο του και το έργο του και το έργο του και το έργο.

Abdülhamit kafama şabalağı koydu.

- Lan bozkurtçu türküsü çalacaksan çal yoksa sus.

Abdülhamit kuduz köpek gibi davranmasın diye bozkurtçu türküsü çalmaya başladım.

- Yaşasın ırkımız Çin'e bedel kırkımız.

Abdülhamit sırtımı sıvazladı.

- İyi çocuksun aslında Apollon.

Cebinden bir iğne çıkardı.

- Çıkmadan önce şu iğneyi de vur.

İlacın üstüne baktım. Bozkurtçu kuduz aşısı yazıyordu. İğneyi koluna soktum. Abdülhamit biraz uludu sonra sustu. Birlikte aşağı indik ve arabaya bindik.

- Hafize Melike Kezban'ın evine gidelim.

Abdülhamit arabayı deli gibi sürmeye başladı. Defne umarım çok korkmamıştır.

Defne'nin ağzından...

Hafize Melike Kezban'in elinden kurtulmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Beni bir arabaya bindirdi ve evine götürdü. Sandalyeye bağladı, ağzıma da turşu soktu. Konuşamıyordum.

-Daha dün geldin okula bugün Apollon'un evinde kalıyorsun.

Ağzımdaki turşuyu kafasına tükürdüm. Bozuntuya vermemeye çalıştı ama çok sinirlenmişti.

- Şimdi duş alacağım sakın bir şeyler yapmaya çalışma.

Hafize Melike Kezban duş almaya gidince sandalyeden kurtulmaya çalıştım ama başaramadım.

- Müezzin yardım et beni evime uçur.

Gökyüzünden müezzinin sesi geldi.

- Saatliği 100 liraya çalışıyorum. Para peşin olsun.

- Yanımda para yok şuan eve gidince verebilirim.

Müezzin gökyüzünden bana nah çekti.

- O zaman görüşürüz Defne.

Müezzin bile yardımıma gelmiyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Apollon'un beni kurtarması için dua etmeye başladım.

- Tengri kurtar beni. Söz bundan sonra bozkurtçu kraliçesi olacağım.

                    

Tengri de cevap vermiyordu. Artık yapacak bir şey kalmamıştı oturduğum yerde birinin beni kurtarmasını beklemeye başladım.

Dakikalar sonra camdan birinin tıkladığını duydum. Döndüm ve baktım.

- Apollon! Beni kurtarmaya gelmişsin.

Apollon parmağını şıklattı ve müezzini çağırdı. Müezzin yavaşça camı söktü.

- Defne kızım daha demin gelen benim kuzenimdi yanlış anlama.

Apollon hızlıca camdan içeri girdi. Beni kurtardı ve kaçmaya başladık. O sırada arkadan Hafize Melike Kezban'ın cırtlak sesi geldi.

- Nereye gidiyorsunuz siz!

Abdülhamit bir anda Hafize Melike Kezban'ın üstüne atladı ve köpek dişleriyle onu ısırdı.

-Defne boşver biz kaçalım o basının çaresine bakar.

Apollon'un elini bıraktım.

- Hayır arkamızda bırakmayalım onu.

Apollon Abdülhamit'e yardım etmek için koştu. Şarkı söylemeye başladı. Havada uçan notalar Hafize Melike Kezban'ın kafasına geliyor onun dengesini kaybettiriyordu.

- Beni durduramayacaksınız! Fenasi yardıma gel!

O sırada içeriden Fenasi Kerim çıktı. Bu Abdülhamit'in arkadaşı değil miydi? Neden ona ihanet ediyordu?

- Abdülhamit artık senin alfalığın bitecek yeni ülkücü ocakları bozkurtçu çay ocağı üreticisi başkanı ben olacağım.

Abdülhamit kükremeye başladı ve Fenasi Kerim'e saldırdı. Ben ise o sırada nasıl yardım edebilirim onlara diye düşünmeye başladım.

- Zeus bana da yardım et Poseidon,Hades yok mu hiç bir Allah'ın kulu. Tengri, Diriliş Ertuğrul, Dede Korkut! Aloooo bana da verin bir şeyler.

O sırada yerden bir sarsıntı geldi.

- Tanrılarla düzgün konuş aq kızı. Bizimle böyle konuştuğun için seni cezalandıracağız!

Yerden bir sarsıntı daha geldi.

-Londra'ya gidiyorsun!

Ne? Bunu bana yapamazsınız.

- Hayır lütfen affedin beni.

Deprem daha da güçlendi.

- Hayır kararımız kesin! Londra'ya gidiyorsun.

O sırada Apollon konuşmaya başladı.

-Baba affet Defne kafasını vurdu ondan böyle konuşuyor lütfen onu Londra'ya göndermeyin. Türkiye cennet. διεθνής κουζίνα και δροσερά και.

Sarsıntılar kesildi.

-Bir daha olmasın.

Londra'ya gideceğim diye çok korkmuştum. Düşünsenize orada yaşadığımı gerçekten çok kötü olurdu.

O sırada kavga kızıştı. Abdülhamit tişörtünü çıkardı. Döşü kıllıydı. Apollon onun kaslarına baktığımı fark etti ve sapsarı saçlarına kassız kollarına baktı. Üzüldüğünü fark edince hemen gözümü Abdülhamit'ten çektim. Duvarı izlemeye başladım.

Hafize Melike Kezban bu kavgayı kazanamayacağını anlayınca hemen bayılmış taklidi yapmaya başladı ama ben bir Anadolu çocuğu olarak bunu asla yemedim. Hafize Melike Kezban'ın ağzına şabalağı vurdum.

- Ya kızım bak yapma seni döverim anlamıyor musun sorunlarım var benim sevgilim ayrıldı benden annem Maldivler'e tatile gitmeme izin vermiyor.

                                        

Abdülhamit'le göz göze geldik. Bir anda kendimi geri çektim.

-Kusura bakma Abdülhamit ben yapamam.

Abdülhamit ağzından sarkan marullarla bana baktı. Ağzındaki çiğ köfteyi yere tükürdü.

- Nimetle oyun olmaz biliyorum ama sen de benimle oynadın. Bir bana bir ona gidiyorsun, Yunan mısın Bozkurtçu mu karar ver artık.

Abdülhamit hiddetle ayağa kalktı. Kuduz köpeğe dönüşmeden çıkıp gitmek istedim ama hırlamaya başladı. Onu nasıl sakinleştireceğimi bilmiyordum.

-Abdulhamit sakin ol.

Hiç bir etki etmemişti, hâlâ tırnaklarıyla yeri tırmalıyordu.

O an aklıma köpeğim geldi. Belki de Abdülhamit'e evcil hayvanım gibi davranmalıydım. Yavaşça kalktım ve başını okşamaya başladım.

- Hadi oğlum uslu durursan sana mama vereceğim.

Abdülhamit yüzüme baktı. Hırlamayı bıraktı ve ayağa kalktı.

- Hadi yürü işine kızım sen de kölen falan mı sandın beni.

Ne olduğunu anlamamıştım ama yinede işe yaramıştı. Abdülhamit odadan çıktı ardından da ben çıktım.

- Defne!

Kapıda Apollon beni beklemişti. Şuan kafam çok karışıktı onunla konuşmak istemiyordum.

- Apollon ben eve gideceğim.

Yüzüme baktı, çok pişman olduğu kesindi ama Abdülhamit haklıydı. Ne yaptığım belli değildi, sürekli karar değiştiriyordum. İkisiyle de uzun süre görüşmek istemiyordum. Artık derslerime odaklanma vaktim gelmişti bundan sonra partilere katılmayacaktım.

- Ben bırakayım istersen.

- Sağol ama gerek yok. Biraz ara vermek istiyorum bu kadar olay bana ağır geldi.

Apollon yüzüme dokundu ve yanağımdan öptü.

-Ben seni beklerim Defne merak etme.

Hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. Yürürken Hafize Melike Kezban'la çarpıştık.

-Kuzum ne oldu ya siz odadan çıkana kadar oyun dağıldı. Abdülhamit'e dikkat et bulduğu deliğe sokuyor. Birde kanki 20 lira versene ya ben bayılacak gibi oluyorum.

Artık gerçekten kafam bir şey almıyordu. Hafize Melike Kezban sussun diye istediği parayı verdim.

- Kuzum ben sana sonra getiririm bunu merak etme.

Sarıldı ve yanımdan gitti. Yürümeye devam ettim. Kafam allak bullak olmuştu. Ayrıca arabam yoktu eve nasıl gidecektim. Şimdi Apollon'a gitsem bu sefer de her şey tekrar ederdi. En iyisi taksi çağırmak diye düşündüm ve taksi çağırdım. Dakikalar içinde taksi geldi ve eve gittim. Evden içeri girdiğimde salonda bir adam gördüm.

- Merhaba amcacım. Annem nerede?

Adam orta yaşlarda yakışıklı biriydi. Galiba annemin yeni konuşmaya başladık dediği adamdı.

- Defnecim annen gelmeden önce otur biraz muhabbet edelim seninle.

Oturdum. İyi birine benziyordu ama yinede annemin yeni birini bulmasını istemiyordum.

O sırada annem içeriden geldi ve yüzünde kelebekler uçuşuyordu.

- Defne! Biz evleniyoruz.

Bu ne demek oluyordu şimdi? Bana sormadan nasıl böyle bir şeye karar verebilmişti?

- Kızım sana sormadan yapmış gibi oluyorum ama ani gelişti zaten. Taner'le ben çok mutluyuz.

                    

Anneme kızamıyordum çünkü o da mutlu olmayı hak ediyordu ama keşke gözümün önünde olsaydı her şey.

- Defne benim adım Taner Tolga Tarlacı. Tek istediğim anneni seni ve oğlumu mutlu etmek.

Oğlum mu demişti o? Birde küçük çocuk mu olacaktı evde?

- Taner ve oğlu Fıstıkçı Şahap bizimle yaşayacak bundan sonra. Boş odayı ona verdik şimdi uyuyor galiba.

Ne birde gelmiş miydi hemen? Ben ne zamandır bu eve gelmiyorum böyle. Abdülhamit'in isotu, bozkurtu yüzünden annemin düğününü kaçırdım.

- Anne benim için sorun yok siz ne istiyorsanız onu yapın kaç yaşına gelmiş insanlarsınız sonuç olarak.

Anneme sarıldım ve üst kata çıktım. Taner amca iyi birine benziyordu ama yine de bilemedim. Hemde şu Fıstıkçı Şahap da nereden çıkmıştı evde birde çocuk olacaktı şimdi.

Hızlıca üstümü değiştirip saçlarımı taradım. Makyajımı silmek için banyoya doğru ilerlemeye başladım. Banyonun kapısını açtığım anda hızlıca geri kapattım.

Fıstıkçı Şahap çocuk değildi!

Kapının arkasında biraz bekledim. Kapının açılma sesiyle irkildim.

- Kapı çalma gibi bir şey bilmiyorsun galiba.

Fıstıkçı Şahap'ın yüzüne dikkatlice baktım. O sırada beynimde şimşekler çaktı. Bu Apollon'un fotoğraf çerçevesindeki kişiydi.




                                        

Hızlıca kapıya koştum ve Fıstıkçı Şahap'ın önüne geçtim.

- Aa tanışıyor muydunuz?

Hemen salağa yatmıştım. Eğer bu da işe yaramazsa bayılmış taklidi yapacaktım.

- Defne ben seni arabada bekliyorum.

Gülümsedi ve arkasını döndü. Fıstıkçı ise sinirden dişlerini sıkıyordu.

- İyi misin tuzlu fıstık.

Bunu dememle başımda dikilmesi bir oldu.

- Zorlama istersen.

Buna da bir şey demeye gelmiyor Abdülhamit bile bundan daha az kuduzlu.

- Anne ben çıkıyorum!

Fıstıkçı Şahap'a şap diye güzel bir nah çektim ve evden çıktım. Hızlı adımlarla Apollon'un arabasına bindim.

- Apollon iyi misin içeride ne oldu anlamadım. Aranızda ne var anlat bana.

Apollon konuşmadan direksiyonu izliyordu. Sıkıca tuttu ve kafasını direksiyona koydu.

- Niye sizin evinizde kalıyor?

- Jumbo karidesle annem evlenecek o da oradan geldi işte.

Güldü.

- Taner amca hâlâ aynı o zaman. Joker olduğunu söyler dururdu eskiden.

- Hâlâ öyle merak etme.

Gülmeye devam etti.

- Keşke gidip bir selam verseydim severdi beni.

Kafasını kaldırıp gülümsedi.

- Şahap benim çocukluk arkadaşımdı. 10. sınıfa kadar beraber okuduk. Sonra olaylar olunca o kaydını aldırdı. Bir daha da konuşmadık.

- Ne olmuştu ki?

Gözlerini kaçırdı ve sustu.

- Anlatmak çok zor hâlâ atlatamadım.

Ona sarıldım. Ağlamaya başladı. Gerçekten bu kadar ağır ne olmuştu?

- Keşke o güne geri dönebilsem.

- Hadi anlat ne olduğunu.

Apollon tekrar doğruldu.

- 10. sınıftayken okulda Bozkurtçular ve Yunanlar arasında savaş vardı. Okulun yarısı bize yarısı onlara aitti. Fıstıkçı Şahap başlarda hep benimle takılırdı. Kimseye karışmaz kendi halimizde takılırdık. İlerleyen zamanlarda Fıstıkçı Bozkurtçularla yakınlaşmaya başladı. Onu engellemeye çalıştım ama dinlemedi. Sene sonuna kadar iyice aramız bozuldu. O ise bozkurt çaydanlık görevlisi olmuştu. Beni gördüğünde omuz atmaya, ne bakıyorsun leylek demeye başlamıştı. Ben ise kavga etmeyi bile bilmiyordum o yüzden hep ona iyi davranmaya devam ettim. Ailelerimiz tanıştığı için sürekli görüşüyorduk. Okulda bambaşka biri evde bambaşka biriydi. Daha sonra okulda bir kızla çıkmaya başladılar. İtiraf sayfalarına sürekli "Bu kızın sahibi var buna yazmayın", "Bu kıza yazanın götüne çaydanlık sokarım" gibi şeyler yazıyordu. Sonra okulun son haftası parti düzenlediler. Ben de katıldım. Fıstıkçı'nın sevgilisi Sinem Koc parti boyunca beni izledi. Ben başta çok umursamadım. Daha sonra dışarıya hava almaya çıktığımda o da peşimden geldi.


Sarhoştum da biraz. Sinem bana yavşamaya başladı. Ben de hayır demedim bir şeyler oldu o an. Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ettik partiye. Diğer gün Fıstıkçı sabah evimin önüne geldi. Daha merhaba demeden saldırdı bana. Ben de anlatmaya çalıştım ama dinlemedi. Sinem'e değil suçu bana buldu. Birkaç tane yumruk yedim daha sonra Fıstıkçı iyice delirdi ve cebinden bıçak çıkardı.

Ben de korktum tabii hemen müezzini çağırdım. Müezzin sakinleştirmeye çalışsa da Fıstıkçı'nın gözü dönmüştü. Müezzin ona üç külfü bir elham okurken onu bıçakladı. Ben de o an sinirden ne yapacağımı bilemedim. Normalde güçlerimi hiç kullanmam ama müezzine yaptığından sonra anlık bir sinirle onun götüne sol anahtarı soktum, sonra yere yığıldı. Ben ise onu hiç umursamadım ve hemen müezzini gök yüzünden başka biri yardımıyla gönderdim. Daha sonra onu orda öyle bıraktım ve gittim.

                    

Gözü dolmaya başladı.

- Daha sonra hastaneye falan götürdüler günlerce hastanede kaldı. Hepsi benim suçumdu.

Ah Apollon enayili kekim.

- Sen ona yapmasaydın belki şuan burada olmayacaktın. Müezzini kurtarman daha iyi olmuş. En azından bizi bir yerlere taşıyor.

- Evet daha kötü yanı hâlâ içimde pişmanlık yok. Hâlâ ondan nefret ediyorum. Sadece sinirle yaptığım şeyin sonucuna üzülmüştüm.

Göz göze geldik. Ona tekrar sarıldım.

- Hadi gidelim artık. Üzüldüğün şeye bak şu tuzlu fıstığa bir şey olsa ne olur?

Onu neşelendirmeye çalıştım. Gerçekten üzülmüştüm. Apollon da okuldaki bütün kızları tavlamış. Biraz kıskandım doğrusu.

- Nereye gidelim ne istersin?

- Bilmem fark etmez.

- Tamam o zaman açık havada oturalım.

Kafamı evet der gibi salladım ve dışarıyı izlemeye başladım. Dakikalar sonra Apollon arabayı bir yere park etti ve yürümeye başladık.

- Ee hastaneden çıktıktan sonra ne oldu.

- Konuşmadık bir daha. Okuldan da kaydını aldırdı işte. Ailelerimiz görüşmeye devam ediyordu ama sonra annesiyle babası boşandı taşındılar.

- Bu jumbo karides de nereden bulmuş annemi?

- Taner amca çok iyidir.

Bir yere oturduk.

- Sen rüya diyordun.

- Çok saçma bir şeydi.

Rüyamı anlattım. Güldü.

- Olsun üzülme rüya altı üstü.

Bu arada cebinden bir şey çıkardı.

- Bunu Abdülhamit sana vermemi istedi.

Üstünde sevgili dişi kurt yazıyordu. Açtım ve okumaya başladım.

Sevgili Defne

Dün partiden sonra eve gittiğimde annemler benden korktu ve akıl hastanesine kapattılar. Doktorlar hastalığıma bir tanı koyamadılar. Bana kuduzlu bozkurtçu hastası demeye başladılar. Bir sürü ilaç verdiler. Şimdi beni Londra'ya götürüyorlar orada tedavi olacakmışım. Anadolu topraklarından ayrılmak bana çok zor gelecek ama yinede orada yaşamak zorundayım. Seni özleyeceğim.

- Abdülhamit

Şaşkınlıkla mektubu geri katladım ve okuması için Apollon'a verdim. O da okuyup geri katladı.

- Abdülhamit nasıl gidebilir inanılacak gibi değil.

- Çok tuhaf oldu böyle.

Hâlâ şoktaydım. Abdülhamit'i dün bıraktım diye şuan Londra'ya gidiyordu.

- Acaba benim yüzümden mi böyle yaptı?

- Kendini suçlama Defne o zaten hep kuduzdu.

Apollon gerçekten haklıydı. Daha ilk tanıştığımız andan beridir ya havladı ya da birilerini ısırdı.

- Umarım orada iyileşir.

- Umarım iyileşir.

Apollon'la sarıldık ve etrafı izlemeye başladık. Onunlayken çok mutluydum beni dinliyor bana çok iyi davranıyordu. Gerçekten benimle konuşmayı seçtiği için çok mutluydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder