23 Şubat 2021 Salı

AYYILDIZ KOLYE

Kavuşmak



Elbisemin kendiliğinden olan ip kemerini bağladım ve aynada son kez kendime baktım. Kırmızı, v yaka, omzumu kapatan, dizlerime kadar olan, kırmızı çiçekli bir elbise giymiştim. Bugün hava çok güzeldi, çok aydınlıktı. Havaların artık düzelmesiyle elbiselerime, eteklerime kavuşmuştum. Zaten bunu fırsat bilerek hemen yeni aldığım elbisemi giymiştim. Dalgalı saçlarımın kabarmaması için saç kremi sürdükten sonra tarayıp, sağ omzuma aldım ve odadan çıktım.

Annem yine mutfaktaydı. Yanına geçip, laf atmaması için hemen pirinçleri küçük bir leğene koyup seçmeye başladım. Annem ocağın altını kapatırken "Sen onları bırak da markete gidiver kızım." dedi. "Benim işim var anne ya, ağabeyim gitsin." dediğimde yazmasını düzeltirken "Ağabeyin dün gece nöbete kaldı, yorgun. Sen hemen iki dakika git, gel." dedi. Oflayarak leğeni tezgâha bıraktığımda annemin elinin terliğine gittiğini görünce yalandan gülümsedim ve "Tabi anneciğim, ağabeyim dinlensin ben hemen giderim. İki adımlık yol zaten." dedim. Annemden lazım olan şeyleri öğrenip parayı da aldım ve spor ayakkabılarımı giyinerek evden çıktım.

Markete giderken sokakta futbol oynayan çocukları sırf gıcık etmek için aralarına girdim ve saçma hareketlerle topu almaya çalıştım. Tabi ki de alamamış, tek yaptığım çocukların ayaklarına saçma bir şekilde vurmam olmuştu. Oyunlarını bozduğum için "Ya Leyla abla!" diye bağırarak beni adeta kovmuşlardı. Kırılan minnak kalbimle "Aman be, oynayamıyorsunuz zaten." diyerek yoluma devam ettim.

Bizim kaldığımız mahallede herkes birbirini tanırdı. Çünkü bu mahallede genelde komutanlar, bordo bereliler, subaylar ve aileleri otururdu. Benimde babam emekli albay, ağabeyim ise komiserdi. Tabi ki ailesinde asker olmayan kişilerde oturuyordu fakat çoğunluk asker, polis ailesiydi. Hepimizin ortak korkusu ve acısı olduğu için çok iyi anlaşırdık. Aslında amaç bir yandan da aileleri korumaktı. Askerlerin akıllarında olan tek şey aileleri, onlara bir şey olması korkusuydu. Askerlerin en zayıf noktası aileleri olduğu için düşman her şeyi yapabilirdi.

Markete geldiğimde Osman abinin oğlu Yusuf yine kasadaydı. Ayak sesleriyle kafasını telefondan kaldırdı ve beni görünce hafifçe tebessüm etti. Tebessümüne kafa selamı vererek karşılık verdim. Yusuf'un bana ilgisi vardı, bunu görmemek için kör olmanız lazımdı ki çoğu kişi bunu biliyordu. Ama maalesef ki benim kalbim de aklım da başkasındaydı. Bu yüzden Yusuf'a ümit verecek hareketlerden kaçınıyordum. Yanlış umuda kapılıp, hayaller kurmayı ve o hayallerin suya düşmesinin acısını çok iyi bilirdim. Her hareketten bir şeyler çıkarma çabasını fakat sadece kendi kuruntunun olmasının insanda açtığı yaralardan bende de vardı.

Yusuf'u es geçerek almam gerekenleri aramaya başladım. Annemin dediklerinin yanında ekstra olarak kendi sevdiğim birkaç çikolatadan da aldım.

Her şeyi kasaya bıraktım ve poşetlemesini bekledim. Poşeti elime uzatıp ücreti söylediğinde parayı uzattım. "İyi günler." diyerek çıkacakken "Leyla" demesiyle duraksadım ve ona döndüm. "Efendim?" diye cevap verdim. "Bu akşam mahallede yemek var, size de haber vermemi söylediler." dedi. Kafamı sallarken "Annemin haberi vardır büyük ihtimal ama yine de teşekkür ederim." dedim ve çıktım.



Mahallede genelde Ramazan aylarında, kandillerde, kutlamalarda, mevlütlerde ve ayda bir kere yemek düzenlerdik. Mahallenin gençleri camiden masa ve sandalyeler getirir, sokağa dizerdi. Yapabilenler yemek yapar, ortaya konulurdu. Gece geç saatlere kadar hoş sohbetler edilir, kahkahalar atılırdı. En sonunda ise mahallenin en yaşlı üyesi olan Gülnihal Teyze "Yeter bu kadar şamata, haydi herkes evine dağılsın gari." diyerek bizleri kovardı. Zaten çok yorgun olan bizlerin de işine gelir ve ortalığı toplayarak evlere gezerdik. Sohbete devam etmek isteyen evine çağırır, evinde ağırlardı.

Mesaj gelen telefonuma baka baka eve yürüyordum. "Leyla, kız Leyla!" diye bağıran Zeynep Teyzeyi duyunca durdum ve kafamı kaldırarak "Efendim Zeynep Teyze?" dedim. "Kızım annen akşama hazırlık için büyük tencere istemişti onu vereyim de götür." dedi ve hemen eve girdi. Bende kapının önüne yürümeye başladım. Geldiğinde ise elinde kocaman bir tencere vardı. Tencereyi alırken "Akşamki yemeğin amacı ne? Ayda bir yaptığımızın zamanı daha gelmedi, bildiğim kadarıyla bir kutlama tarzı şey de yok." diye sordum. Kıskıs gülerken "Söylemem, akşam görürsün." dedi. "Peki o zaman, akşam görüşürüz." diyerek yoluma devam ettim. Kocaman tencere önümü kapatırken cinnet geçirmemek için kendimi çok zor tuttum.

Eve geldiğimde ellerim dolu olduğu için kapıya tekme attım ve "Annee, ellerim dol hadi, tencereyi getirdim." diye bağırırken aynı zamanda sağ ayağımın arkasına basarak ayakkabımı çıkartmaya başladım. Annem kapıyı açıp hemen tencereyi ve poşeti aldı ve mutfağa gitti. Odama gitmek ve mutfağa gidip anneme yardım etmek arasında kalırken, annemin odama gelip iş yapmıyorsun adlı konuşmasına başlayacağını bildiğim için tıpış tıpış mutfağa gittim.

Mutfağa girdiğimde gördüğüm görüntü ile gözlerimi kocaman açtım ve "Ay yok artık sen ciddi misin anne?" diyerek anneme bakmaya devam ettim. Kadın sarma sarıyordu yahu! O kadar kişiye sarmayı nasıl yetiştirecektik?

"Öyle alık alık bakma da gel yardım et, başladık bir kere." dedi annem. Belli ki gergindi. "Bir kere de zorlanmayacağın yemek seç be kadın, bir kere!" diyerek başıma yazma almaya annemlerin odasına gittim. Yemekte sarmanın içinden saç çıkarsa evde yaşanacak olan kaosu düşününce sıkı sıkı bağladım yazmayı. Mutfağa geri döndüm ve elimi yıkayıp masaya oturdum. Yaprağı önüme alırken "Hayırdır bu akşam ki yemeğin bir sebebi var mı?" diye bir de şansımı annemde denedim. "Sürpriz, akşam görürsün" dedi ve gülerek sarmaya devam etti. Aynı kankası gibiydi bu kadında.

"Kankalarını niye çağırmadın yardıma?" diye sorarken yaprağa iç koyuyordum. Annem sarıp kenara koyduğu sarmaları tencereye dizerken "Onların da işi var kızım, nasıl çağırayım?" dedi.

Genelde bu tarz yemeklerde sarma bizde olurdu ve annemin biricik kankaları, ahiretlikleri Zeynep Teyze ile Nermin Teyze de bize yardıma gelirdi. Onlarında peşlerinde kızları Aleyna abla ile Yasemin gelirdi. Geceye kadar sarardık, ertesi gün de annem pişirirdi.

Bir süre sonra annem dedikodu için Zeynep Teyze'ye giderken sarmalarla baş başa kalmıştım. "Ah anne ah" diyerek sarmaya devam ederken yanağımdan öpülmemle sıçradım. Yeni uyanan ağabeyim uykulu sesiyle "Sarma mı yapılıyormuş burada?" diyerek tencereden daha pişmemiş olan sarmayı ağzına attı. "Önce git de elini yüzünü yıka ağabey ya, ayrıca yeme şunları mahallede yemek var yine, akşama yapıyorum." dedim ve eline vurdum. "Aman iyi be, yemedik." diyerek sandalyeyi çekti ve oturdu. "Yine neden yemek var?" diye sordu gözleriyle etrafta yemek için bir şeyler ararken. "Bende bilmiyorum, sanki devlet sırrı herkes saklıyor." dedim ve tekrar sarmaya döndüm. Ağabeyim hızlıca kafasını iki yana yatırıp, boynunu kıtlatırken "Ben bir duş alayım da yardıma gideyim o zaman." dedi ve bir kaç tane sarma alıp koşarak içeri kaçtı. "Gerizekalı!" diye bağırdım ve ağabeyime özenerek başımı sağa sola yatırıp kıtlatmaya çalıştım. Kıtlayınca da korktum ve "Ödüm koptu be." dedim. "Neyse, güne açan çiçekler gibiydik" diyerek şarkı söylerken sarma sarmaya da devam ettim.


Sarmaları pişmeye bıraktıktan sonra ağrıyan belimi tutarak aynı Gülnihal Teyze gibi yürüyerek kendimi koltuğa attım. Biraz dinlendikten sonra annemin tehditleri altında kalkarak bir de evi temizleyince üstüm başım kokmaya başlamıştı. "Anne ben duş alıp hazırlanıyorum." diye bağırdım yorgunlukla. Annem "Yavrum birazdan yemek başlar geç kalırsın." dedi son kez yemekleri kontrol ederken. "Çok geç kalmam." dedim ve duşa geçtim.

Hava ne kadar sıcak olursa olsun hep sıcak suyla duş almaya alışmıştım ve yine sıcacık duşun altında mayışmıştım. Fakat uzun uzun oyalanmamam gerektiği için hemen terimi attım. Bornozumu giyinip, aynı sadrazamlar gibi havluyu başıma doladıktan sonra koşturarak odama geçmiştim.

Üstüme koyu yeşil, askılı, dizlerimin biraz üstünde olan elbisemi giyindim. Havluyla saçlarımı kurulamaya başlasam da tam kurulanmadığı için saç kurutma makinesine geçiş yaptım. Hızlı kuruması için son ayarına kadar açıp saçımı kuruttuktan sonra kabaran saçlarıma krem sürdüm ve omuzlarımdan arkaya attım. Gönlüm çok güzel bir makyaj yapmayı isterdi fakat yemeklere yetişmem gerektiği için çok oyalanamazdım. Duştan dolayı kızaran yüzümle de milletin içine giremeyeceğim için fondöten sürdüm suratıma. Gaza gelip maskara da sürerken yüzüm çok solgun gözüktüğü için allık da sürdüm. "Tamam kızım aç kalacaksın, bu kadar yeter" diyerek kendimi durdurdum ve odamdan çıktım.

Evin kapısının yanında ki camdan sıralı masalar görülüyordu. Sokağın aldınlanabilmesi için ağaçların yardımıyla led ışıkları dizilmiş, çok güzel bir ortam hazırlanılmıştı. Gelen kahkaha sesleri ile heyecanlanırken ayaklarıma şık bir terlik geçirdim. Spor ayakkabı giymeyi isterdim fakat eksikler için defalarca eve yollanacağımı bildiğim için mecburi terlik giyindim.

Bahçeden geçerken kahkaha sesleri daha çok duyulmaya başlamıştı. Herkese topluca afiyet olsun derken gözlerim biricik kankamı Yasemin'i arıyordu. Annemin "Kızım Alparslan ağabeyine de bi tabak getir" demesiyle gözlerim hemen annemi sonra da onun yanında oturan Alparslan'ı buldu. Pardon Alparslan ağabeyi(!) "Tamam" diyip gülümsedim ve hemen eve geçtim.

Mutfağa geçtiğimde elimi kalbime koyarak mutfak camından Alparslan'ı izlemeye başladım. Gözümden yaşlar akmaya başlarken birileri görmesin diye perdeyi çektim ve bedenimi tezgaha yaslayarak ağlamaya başladım. Uzun zaman olmuştu Alparslan gideli. Kalbimin yarısını alıp gitmiş ve dönmemişti. Bu sefer ki görevi gerçekten de uzun sürmüştü ve ben neredeyse aklımı kaçırmıştım artık! Evin kapısının sesini duyunca korkuyla kapıya baktım.

Mutfağa gelen Yasemin benim ağlamaktan akan maskaramı görünce "Oy kuzum benim" diyerek yanıma geldi ve sarıldı. Sarılmasıyla ağlamam daha da şiddetlenirken bende onun beline sarıldım. "Yasemin, geldi resmen. Çok şükür Allahıma" derken kafamı omzuna koymuştum. Sırtımı sıvazlarken "Geldi canım arkadaşım benim, rahatlayabilirsin" demişti.

Biraz ağlayıp rahatladıktan sonra Yasemin beni geri çekmiş ve parmaklarıyla akan rimelimi temizlemişti. "Şimdi kendini toparla ve dışarı çıkalım. Bugün senin mutlu günün, sevdiğin adam döndü. Şimdi ağlamıyor ve o güzel gülüşünü yüzüne koyuyorsun" dediğinde gülümsedim ve tekrar sıkıca sarılarak "Seni çok seviyorum" dedim.

Bana her ne kadar "Alparslan senin ağabeyin" deselerde o benim çocukluk aşkımdı. Daha 10 yaşındaydım ona aşık olduğumda. Onu sevdikten sonra ne başkasına bakmıştım, ne de başka birisiyle sevgili olmuştum. Ama bize hep "Ağabey-kardeş" diyorlardı. Alparslan bana hiç o gözle bakmamıştı.

Ailelerimiz çok yakındı, birlikte büyümüştük adeta. Ben, ağabeyim, Yasemin, Yasin ağabey, Alparslan ve onun ablası Aleyna abla çocukluktan beri yakındık. Ailelerimiz birbirimize gözü kapalı güvenirdi. Hem Nermin Teyze hem de Zeynep Teyze ağabeyimle bana annelik yapmıştı. Annemde tabi ki onların çocuklarına.

Bende Alparslan'ın kardeşiydim işte. Bu hep böyle bilinirdi. Yasemin, Aleyna abla onun için neyse bende öyleydim.

Bir askeri sevmek zordu. Ama daha zoru ise bunu kimseye yansıtmadan acını yaşamaktı. O her göreve gittiğinde ben sessizce yatağımda ağlayarak onunla vedalaşıyordum. Her duama onu katıyor, Allah'ıma yalvarıyordum. Hakkında en ufak bir bilgiyi duymak için çabalıyordum. Sabırsızca sağsağlim dönmesini bekliyordum. Fakat kimseye çaktırmamam gerekiyordu. O her göreve gittiğinde ağlamamı kimseye açıklayamazdım. Ağabeyim desem bile kimse inanmazdı.

Şimdiye Alparslan ve mahalledeki birkaç asker daha gittikleri uzun görevden dönmüşlerdi. Mahallemiz, askerlerimizin sağsalim gelmesi için yemek düzenlemişti.

Kendimi toparladığımda eksik vardır yine diye fazladan tabak aldım ve Yasemin ile birlikte evden çıktım. Yasemin sandalyesine giderken ben Alparslan'ın yanına gittim ve ellerim titrerken tabağı ona verdim.

Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına atarken "Hoşgeldin" dedim gülümseyerek. Alparslan ise yanında konuşan Kerem'den kafasını bana çevirdi ve gülümseyerek kafasıyla onaylamakla yetindi. Moralim bozuk bir şekilde Yasemin'in yanına otururken annem "Sarmaları Leyla yaptı bu sefer" dedi. Tam o sırada ağzına sarma atan Alparslan ise bana dönüp "Eline sağlık çok güzel olmuş" dedi. "Afiyet olsun" diyip gülümsedim.

Yasemin'in kulağına eğildim ve "Annemin sarma diye tutturmasından anlamalıydım. Alparslan annemin sarmasını çok sever" dedim. "Annenin sarmasını kim sevmiyor ki?" dediğinde ise güldüm ve tabağıma ortadaki yemeklerden koymaya başladım.

Yasemin hüzünle masaya bakarken "Kıymalı börek bitti mi ya?" dedi. Tabağımda daha dokunmadığım böreği ona uzattığımda ağzında yemek olduğu için şişkin olan yanaklarıyla bana gülümseyerek böreği aldı. Masada zaten herkes birbiriyle konuştuğu için beni fark etmezler diye düşünerek dirseğimi masaya koyarak, yanağımı da avucuma yaslayarak Alparslan'ı izlemeye başladım.

Çok özlemiştim onu. Her günü ona bir şey olmasında korka korka geçiriyordum ama şükürler olsun sağsalim gelmişti. Onu gördüğüm an içimdeki sıkıntı kuş olup uçmuştu. Ben sevdiğime kavuşmuştum, her ne kadar onun bu kavuşmadan haberi olmasa da..

Çocuk yaşımda, yumruk kadar yüreğimle sevmiştim ben onu. Aşk nedir bilmeden onu sevmeyi öğrenmiştim. Her zerrem aşıktı ona. Çok defa unutmayı, aşkımı kalbime gömmeyi denemiştim. Fakat unutmak o kadar da kolay değildi. Ben bu saatten sonra kendimi bile unuturdum ama onu ölsem unutamazdım. Sesini duysam, içim huzurla dolardı. Dünyanın en huzurlu, en güzel sesi ondaydı sanki.

Ona olan aşkım, sadece dış görünüşüne değildi. Tabi ki dış görüşü de bunda etkiliydi fakat ben onun karakterini, tavırlarını, kocaman vicdanını, yolda gördüğü her hayvanı sevmesi ve yakınlarda ki marketten hemen hayvanlara bir şeyler almasını, yaşlılara karşı olan saygısını, mütevaziliğini ama aynı zamanda sevdiklerine karşı olan korumacılığını, dışarıya karşı sert gözükmesini fakat ailesinin yanında şebeğe dönüşüp şakalar yapmasını seviyordum.

Ben ona bakarken bir anda kafasını kaldırmasıyla gözgöze gelmiştik. Bir kaç saniye bakışınca panikle kafamı önüme çevirdim fakat elimi yanağımdan çekmedim. Kısa bir süre sonra yine dayanamayıp kafamı ona çevirdim ama o zaten hâlâ bana bakıyordu ve biz tekrar göz göze geldik. Ben paniklesem de o bana muzip bir ifadeyle gülümsemişti.

BANA GÜLÜMSEMİŞTİ.

Torpil


"Leyla kızım bardak getirir misin?" diyen Osman amcayla kafamı Alparslan'dan çevirdim. "Tabii" diyerek yerimden kalktım ve elbisemin eteğini düzelterek eve yürümeye başladım. Raftan bardak alırken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Az önce Alparslan ile uzun uzun bakıştık ve o bana gülümsedi değil mi?

Tamam Alparslan ile bakışıp konuşuyorduk ama bu seferki farklı hissettirmişti! Öyle normal bir bakışma değildi bu, eminim. Belki yine kendimi kandırıyordum fakat bu bakışmanın diğerlerinden farklı olduğunu hissediyordum, farklı olmalıydı!


Derin nefesler alıp sakinleştikten sonra bardak alarak masaya döndüm. Heyecandan Alparslan'a bakamıyordum bile. Bardağı Osman amcaya verdiğimde "Teşekkür ederim kızım" deyince gülümsedim ve Yasemine döndüm. Aleyna abla ile dedikodularına bende katıldığımda her zamanki gibi üçlü dedikodu seansımız başlamıştı. Bu süreçte asla Alparslan'a bakamamıştım.

Aradan geçen saatler sonrasında Gülnihal Teyzenin laflarıyla yavaş yavaş kalkmaya başlamıştık. Bizler masayı toplarken erkekler de boşalan masaları ve sandalyeleri toparlıyorlardı. İşlerim bitince ağabeyimin yanına gittim. Ağabeyimin yanında ki Kemal ağabey beni görünce "Fındık kurdu, hiç gelmiyorsun yanımıza hayırdır?" deyince gülümsedim ve "Mahalleye geldiğiniz mi var Kemal Bey?" dedim. Saçımı karıştırdı ve "Hep bir bahane bul, sen bekle ben daha senin ifadeni alacağım" dedi. "Yarın kafedeysen geleyim yanına?" dediğimde kaşlarını havaya kaldırdı ve "Birkaç saate göreve gidiyorum" dedi. Suratım düşerken "Hadi ya, dikkat et kendine olur mu?" dedim. "Ederim çitlembik, hadi evine naş naş" diye beni kovarken el salladım.

Ağabeyim elini omuzuma atarken birlikte annemlerin yanına yürüdük. Annem elinde bizim birkaç tabağı tutarken Zeynep Teyzeleri ve Nermin Teyzeleri "E haydi gelin biraz da bizim bahçede oturalım" diyerek bize çağırmıştı. Üç aile kalabalık bir şekilde bizim çardağa geçmiştik. Nermin Teyze, eşi Recep Amca, Yasin ağabey ve Yasemin; Alparslan, Zeynep Teyze, Cevat Amca, Aleyna abla ve bizim aile.

Yerime oturmadan "O zaman kahveleriniz nasıl olsun?" diye sordum. Nermin Teyze "Zahmet olmasın yavrum" dese de ısrar etmemle herkes nasıl içtiğini söylemişti. Yasemin ile birlikte eve geçtiğimizde hava soğuk olduğu için ilk önce odama geçip elbisemin boyunda, krem renkli, büyük örgülü hırkamı giydim. "Hırka ister misin?" diye bağırdığımda "Yok kanka" diye bağıran Yasemin ile odamdan çıktım ve mutfağa geri döndüm. Yasemin'in çıkarttığın iki cezveden birini aldım ve suları koyduktan sonra kahve ve şekeri de atarak önce kenarda karıştırdım. Sonrasında cezveyi ocağa koyduğumda bir elimle cezveyi tutup diğer elimi belime koyarak benimle aynı işi yapan hemen yanı başımdaki Yasemin'e döndüm.

"İsteme kahveni de yapmayı nasip etsin Allah'ım" diyen Yasemin ile "Amiiin" diyerek kahveyi karıştırdım. "Of yarın iş var ya, saat kaç olmuş" deyince "Gözlerim gidiyor artık" dedim. Yasemin iki yıllık tıbbi laboratuvar okumuş, benim aksime hemen işe başlamıştı. Ben ise kaç yıldır tıp okuyorum diye sürünüyordum.

Dün yaptığım tatlı aklıma gelince "Şu kahveye de bak da ben tatlı koyayım" diyerek kahveleri Yasemin'e kakaladım. Yasemin "Ay ikisine nasıl yetişeceğim ben?" diye panik olurken ben dolaptan tatlıyı çıkartıp tezgâha koydum. Tabakları da ayarladıktan sonra dikkatli bir şekilde tabaklara koymaya başladım.



Ben yaptığım her işe Alparslan'ı, onun fikirlerini, sevdiği şeyleri katıyordum. Saray sarması, Alparslan'ın en sevdiği tatlıydı tesadüfe bakın ki benim de en güzel yaptığın tatlıydı. Tabi ki ilk başlarda kıvamını hiç tutturamıyordum, sürekli cıvık oluyordu. Üstene düşerek sürekli denemeye başladım ve artık kıvamını tutturmayı başardım.

Sonda fazla kalan bir tanesini de Alparslan'ın tabağına koydum ve Yasemin'e yardıma kahvelere döndüm. Kaynamaya başlayan kahvenin köpüklerini fincanlara dağıtıp cezveyi tekrar ocağa bıraktım.

"Yemek de Yusuf'un sana bakışlarını fark ettin mi?" diyen Yasemin ile kaşlarımı hayır anlamında yukarı kaldırdım ve "Yusuf'u görmedim bile" dedim. Eliyle yakasını çekip bıraktı ve "Bakışlarından bana gına geldi kızım. Ben onun aşkının hiç öyle saf bir sevgi olduğunu düşünmüyorum Leyla. Altında bir art niyet var gibi" dedi. Omuz silktim "Valla benim sevdiğim belli, isterse gerçekten beni sevsin ister art niyeti olsun fark etmeyecek" dedim.

Her şey hazır olunca Yasemin kahvelerin olduğu tepsiyi, ben ise tatlıların olduğu tepsiyi alarak bahçeye çıktık. Herkese sırasıyla kahvesini ve tatlısını verirken "Elinize sağlık kızım" diyerek tatlısını aldı Cevat Amca. "Afiyet olsun" diyerek Alparslan'ın tabağını verdiğimde gözlerinden kalpler çıktığına yemin edebilirdim. Her an gurbaneey gurbaaney diye yanaklarını sıkabilirdim.

"Alparslan Bey'e torpil geçilmiş bakıyorum" deyip trip atar ağabeyime gülerek sarıldım ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Ama ağabey hani şimdi o yeni geldi ya o yüzden öyle fazladan koydum" desem de ağabeyim kafasını çevirmişti. Ben onu yine öperken masadakilerde gülerek bizi izliyordu. Yasemin ile göz göze geldiğimizde derin bakışları yine aklımı kurcaladı.

Uzun zamandır ağabeyime böyle baktığını görüyordum. Canım arkadaşım, benimle aynı derde düşmüş ve kendisini kardeşi gibi gören adama mı âşık olmuştu yoksa? Biraz daha gözlem yapıp Yasemin'e sormayı koydum aklıma.

Ağabeyimden ayrılıp kahvemden bir yudum aldım. Böyle hepsine kahve yapmak falan beni kız istemedeymişiz gibi hissettirmişti. İstemsizce heyecanlanmıştım. Alparslan hızlı hızlı tatlısını yiyordu. Bitirince "Eline sağlık çok güzel olmuş. Şimdiye kadar yediğim en güzel Saray sarmasıydı" deyince "Afiyet olsun" demekle yetinmiştim.

Zeynep Teyze yalancı bir tavırla "Aşk olsun Alparslan, hani en çok benim yaptığımı beğeniyordun" deyince Alparslan "Valla sultanım sana rakip çıktı" diyerek kahvesini içti. "Başına bela aldın Leyla, bu şimdi hep yapmanı ister" diyen Aleyna ablaya "Sağ salim dönsün de istediği kadar yaparım" deyip tebessüm ederek Alparslan'a baktım. "Bize yok mu peki?" diye soran Yasin ağabeye "Ay tamam size de yaparım" dedim.

Annemler kendi aralarında dantel örneklerine bakarken babamlar siyasetten konuşuyor, Alparslan, Yasin ağabey ve ağabeyim ise maç muhabbeti yapıyordu. Aleyna abla ve Yasemin ile sohbete dalmıştık bizde. "Alper'in de doğum günü yaklaşıyor. Bir dönseydi İstanbul'a, plan yapardım" diyen Aleyna ablaya "Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordum. "Ya açıkçası Alper pek hoşlanmıyor zaten kutlamalardan, büyük ihtimal evde ikimiz birlikte kutlarız" deyince "En güzeli ya" diye hak verdi Yasemin sonra derin bir nefes çekti ve "Bizim de bir kocamız olmadı ki, evde birlikte doğum gününü kutlayalım" dedi. Onun bu haline gülerken "Sen de benim doğum günümü kutlarsın" dedim. Bana tiksindiğine dair bakışlar atarken "Yeter kızım milletin sevgilisiyle, kocasıyla yaptığı şeyleri biz birlikte yapıyoruz. Artık valla sana evlenme teklifi edeceğim" dedi. Yalandan kollarımı havaya kaldırdım ve "Eveeet" dedim.

"Kızım tavlayı getir de birilerine ders verelim" diyen babamla boş fincanları hemen tepsiye koydum ve içeri gittim. Kahveleri tezgâha bırakıp döndüğümde Alparslan'ı görmeyi beklemiyordum. Bir anda onu görünce korkuyla yerimde sıçradım ve elimi göğsüme koydum. "Korkuttun beni" dediğimde gülerek "Özür dilerim" dedi. Bende güldüm ve "Bir şey mi istemiştin?" diye sordum. Elini ensesine attı ve "Ya tatlı kaldı mı daha?" diye sordu çekinerek. "Maalesef bitti" dediğimde üzgünce kafasını salladı ve "Peki" diyerek önce mutfaktan sonra evden çıktı. Arkasından "Seni yaratana kurban olurum, tatlı kalmadı diye üzüldü resmen" diyerek bende mutfaktan çıktım ve salondaki çekmeceden tavlayı da alıp evden çıktım. Tavlayı babama verdiğimde babamla, Cevat amca tavlaya başlamıştı. Kazanan ile de Recep amca oynayacaktı.



Yerime oturunca göz ucuyla Alparslan'a baktım ve düşen yüzünü görünce haline gülümseyip "Al hadi al, dokunmadım ben" diyerek tabağımı ona uzattım. Kafasını bana çevirip kısa bir süre tabağa baktıktan sonra yutkundu ve "Yok canım sende ye" diyerek beni reddetti. Reddetmesiyle kafamı yana eğerek ona baktım ve tabağı tekrar uzattım. "Canım yemek istemiyor, alır mısın lütfen?" dediğimde gözleri ışıldayarak "Madem ısrar ettin" dedi ve uzattığım tabağı aldı.

Alparslan hem tatlısını yiyor hem de ağabeyim ile Yasin ağabeyin muhabbetini dinliyordu. Yasemin'in "Kanka keşke bana verseydin tatlıyı" dediğini duyduğumda ona döndüm ve kimsenin görmemesine dikkat ederek karnına dirsek attım. Sonra tatlı tatlı gülümseyerek "Nasıl mutlu oldu gördün mü?" dedim. Elini karnına götürürken "Be insafsız, be vicdansızııın kızıı, be nankör kediiğ" diye şarkı söylemeye başladı. Gözlerimi kıstım ve işaret parmağımı ona uzatırken çok sesimin çıkmamasına dikkat ederek favori şarkımızı devam ettirdim "İnsaan bir şey söyleer". Yasemin de aynı parmağının ucunu parmağımla birleştirdi ve aynı anda devam ettik "Sevmek dedin, sevmedik mi? Aşka gönül vermedik mi? Bütün kötü huyları, hatta güzel dostları seniiin içiiin terk etmediiik miii?"

Birlikte iyice havaya girerken Alparslan ile göz göze gelmiştik. Bizim bu halimize gülerek bakıyordu. Yakalanmanın verdiği utançla kızarırken Yasemin yanımda "Bugüüüün yine bana banaa ayrılmak düşeer" diye bağırdı. Annemler "Tövbe estağfurullah" diyerek bize bir bakış attılar ve kendi işlerine geri döndüler.

Ben öyle Alparslan'a rezil olmanın verdiği utançla yerime sinerken annemin telefonun çalmasıyla gözlerimi anneme çevirdim. "Hatice arıyor, hayırdır İnşallah" diyerek telefonu açtı. Hatice Teyze Yusuf'un annesiydi, açıkçası çok da sevmezdim kendisini. Çok fazlasıyla milletin işine burnunu sokar, her gördüğü şeyi millete yetiştirirdi. Annem telefonda önce günlük şeylerden konuştuktan sonra yüzü ciddileşince bir terslik olduğunu anlamıştım. Telefonu kendinde uzaklaştırıp, eliyle hopörleri kapattı ve babama dönerek "Haticeler, hayırlı bir iş için yarın bize gelmek istiyorlar" deyince gözler bana döndü.

Babam elini sakalına atıp, sakalını kaşıyarak bana döndü ve uzun uzun baktı. İstemsizce gözlerimi Alparslan'a çevirdiğimde onunda diğer herkes gibi bana baktığını gördüm. Kaşlarını çatmış, sert bir şekilde bana bakarken gözlerimi kaçırdım.

Babama döndüm ve kafamı olumsuz anlamda sallayınca anneme dönerek "Gelmeyin dersek ayıp olur, gelin dersek de olumlu gibi olur. Şuanda öyle bir şeyler düşünmüyoruz gibi şeyler deyip geçiştir" dedi ve topu anneme attı. Sonrasındaysa bana döndü ve "Gel bakalım sen benimle" diyerek eve geçti. Yasemin destek amaçlı kolumu sıvazlayınca gülümsedim ve yerimden kalkarak tedirginlikle babamın peşinden gitmeye başladım.

Salona oturan babamın yanına gittim ve koltukta yanına oturdum. Babam derin bir nefes verdi ve dizimin üzerinde olan elimi tuttu. Bir süre yere bakarken nefesini vererek güldü ve elimi ara ara sıkarken "Annenin bana sana hamile olduğunun haberini verdiği gün bile hâlâ aklımda. Deliye dönmüştüm biliyor musun? Herkes benim bu sevincimi görmüş ve ne oldu diye sormuştu. Bir evladımın daha olacağını öğrendim, daha ne olsun? Bir de Allah'ım bana kız babası olmayı nasip etti ya o gece sabaha kadar şükür namazı kılmıştım. Benim tek oğlum, tek kızım var. İkinizin de yeri çok ayrı. Buralarda elinde bebeğiyle koşturan minik kızım gitti, yerine sürekli talibi çıkan büyümüş kızım geldi. Bana kalsa evlenme, kal bu evde yanı başımda kal isterim fakat evlilik dinin yarısını tamamlar. Yaşın 24 oldu, şimdiye kadar kaç kişi bize senin için haber yolladı ama ben bütün teklifleri geri çevirdin. Sevmediğin biriyle tabi ki evlenmeyeceksin de bütün bu geri çevirmelerinin bir sebebi var mı? Hayatında olan, ciddi düşündüğün biri var ise söyle bana kızım. Yoksa da neden evliliğe karşı bu kadar katısın?" demesiyle nutkum tutuldu.

Ah be babam, sevdiğim biri var fakat o beni o düşünceyle sevmiyor. Ben şimdi ona nasıl baba ben 14 yıldır Alparslan'ı seviyorum, o yüzden kimseyi kabul etmiyorum diyebilirim ki?

Boğazımı temizledim ve "Baba, hem biliyorsun daha üniversitem bitmedi hem de ben sevmeden evlenmek istemiyorum. Şuanda" deyip yalan söyleyeceğim için gözlerimi kaçırdım ve zorlanarak da olsa cümlemi tamamladım "Şuanda sevdiğim biri de yok. Hem evlenmek yaşa bakmaz diyen sen değil miydin? Ben sırf yaşım 24 oldu diye mi evleneceğim? Ben senin yanını bırakıp gider miyim?" diyerek babama yanaştım ve beline sıkıca sarıldım.

Omuzlarımdan sıkıca sarılarak karşılık verirken "İstediğin gibi olsun kızım, ben seni asla zorlamam. İstersen hiç evlenme hep bizimle kal" diyerek saçımı okşadı. Bu gidişle öyle olacaktı zaten be baba. Ben salak gibi Alparslan'a açılamayacağım, Alparslan da gidip birini bulacak ve evlenecekti. Ben ise evde ağlaya ağlaya yaşlanacaktım kesin.

Saçımı öptükten sonra geri çekildi ve omzuma birkaç kez patpat vurdu ve "Hadi, dışarıya geçelim" diyerek ayağa kalktı. Birlikte bahçeye çıkınca ağabeyimin sinirli olduğunu gördüm. Yasemin'in yanına oturduğumda ağabeyim sağ dizini sallarken "Bizim Yusuf'a bak hele, alttan alttan kardeşimi gözetliyormuş" deyince annem onu "Barış" diyerek uyardı.

Aleyna abla "Leyla çok güzel bir kız. Hem hamarat hem de geleceğin doktoru. Terbiyeli, edepli de bir kız. Onun tabii ki de talibi çok olacak ki oldu da" deyip beni övmeye başlayınca utanarak gülümsedim. "Baksanıza kızda ego da yok, o kadar övdüm hemen utandı" deyip yanaklarımı sıkarak bana sarılınca bende ona sarıldım.

Annem "Kim isterse istesin, benim kızımın gönlü olmadıktan sonra boşa isterler. Kızım istediği zaman, istediği, kişiyle zaten evlenir" deyince öpücük attım anneme. Annem hiçbir zaman bizi evlilik için zorlamamıştı. Her zaman kader diyerek kenara çekilmişti. Sonuçta evlenme yaşı diye bir şey yoktu, kalp ve kaderdi en önemli olanı.

Cevat amca ellerini dizine koydu ve "Saat geç oldu, biz artık kalkalım. Hepimiz çok yorulduk" deyince babam güldü ve "Kaybetmekten korktum demiyorsun da yorulduk diyorsun. Peki, bu seferlik öyle olsun" dedi. Cevat amca ona alttan alttan bakışlar atarken "Neyden korkacakmışım? Şuan kazanan kişi benim Cevdet" dedi. Biz onların bu atışmalarına gülerken diğerleri ayaklanmıştı. Herkes topluca "İyi akşamlar" derken onlar evlerine, biz de evimize geçtik.

Babam açık kalan ışıkları kapatırken ben de odama geçiyordum. Abim hemen yanımdaki odasına geçerken saçımı çekti ve koşarak odasına geçti. Arkasından saçımı tutarken "Çocuk ya, büyüyememiş ergen" diye bağırdım. "Kızım bağırma gece gece" diyen babama döndüm ve "Saçımı çekti ama" dedim. Gelip alnımı öptü ve "Tamam yarın bağırırsın ona ama şimdi geç uyu" dedi. Kafamı salladım ve yanağını öpüp "İyi geceler" diyerek odama geçtim.

Üzerime pijamalarımı giyinirken yatağıma attığım telefonumdan bildirim sesleri geliyordu. Kendimi yatağa attım ve yastıkları rahat edebileceğim şekilde ayarlayarak yatağa yayıldım. Yasemin'in attığı mesajlara bakarken ayağımla da yorganı çekmeye çalışıyordum. Biraz mesajlaştıktan sonra telefonu komodine koydum ve yorganı kafama çekerek bağa dönerek yattım.

Çok şükür Alparslan geri dönmüştü. Bugün, Yusuf'un olayının dışında ise çok güzel geçmişti. Bahçede lafın arasında belki de fark etmeden ya da önemsemeden "canım" demesini de aklımdan çıkaramayacaktım. Onun için belki gereksiz bir detay olsa da benim bu gece gülümseyerek yeni hayaller kurmama sebep olan büyük bir detaydı.

Yeni hayaller, yüzümde kocaman gülümseme ve aklımdan çıkmayan tek bir kelime: canım.

Ben bu gece ilk defa Alparslan'ı düşünürken, ağlayarak değil de yüzümde büyük bir gülümsemeyle uyuya kalmıştım.


Yıkılan Hayaller



Altıma soluk mavi bir mom jeans, üstüne de bedenime tam oturan soluk pembe bir tişört giyip, tişörtün üstüne de dün akşam ki hırkamı geçirdim. Saçlarım yine kabarmasın diye krem sürdükten sonra doğal dalgalıyken bir tarafımı önüme aldım ve diğer bir tarafını da arkama attım. Yüzüm son zamanlarda lekelenme sorunu yaşadığı için fondöten sürdüm. Peşinden her zaman ki gibi kendimi durduramayıp diğer malzemeleri de kullandıktan sonra çantamı kontrol ettim ve odamdan çıktım.

Abim işe gitmiş, annem Müge Anlı eşliğinde kahvaltı hazırlıyor, babam ise gazete okuyordu. "Günaydın." diyerek ayakkabılığa yöneldim. "Günaydın, kahvaltı yapmayacak mısın?" diyen anneme "Gitmem gerek, hastanede yerim." dedim ve öpücük atıp evden çıktım.

İlk önce üniversiteye, sonra da hastaneye geçmem gerekiyordu. Son senem olduğu için sadece hastanede intern doktor olarak çalışıyorum ama bugün bir hocam ile görüşmem gerekiyordu. Beni özel olarak çağırmış, konuşmamız gerekenler olduğunu söylemişti. Yürürken evlerinin önünde Alparslan'ı görünce saçlarımı düzelttim ve gülümseyerek "Günaydın." diyerek yürümeye devam ettim.

"Günaydın, nereye gidiyorsun?" diye sormasıysa hiç beklemediğim bir şeydi. Zaten daha bir iki adım attığım için bedenimi geri döndürdüm ve çantamın askısını tutarken "Okulda küçük bir işim var onu hallettikten sonra hastaneye geçmem gerekiyor." dedim. Kafasını salladı ve elini sakalına atıp "Bekle ben bırakırım." diyerek cevap bile beklemeden eve geçince, şaşkın bakışlarla sokağın ortasında kaldım.

Aynı yerimde onu beklerken hemen telefonumu çıkartıp kameradan tipime baktım. Rujumu ve saçlarımı düzelttikten sonra gülümseyince nasıl durduğuma baktım ve telefonu indirip gülümsememi sildim.

Alparslan elinde anahtarla geri döndü, kafasıyla arabayı işaret ederek arabayı açtı ve koltuğa oturdu. Bende yanına geçip kemerimi taktım ve "Zahmet etmeseydin." dedim. Arabayı çalıştırırken "Lafı olmaz, zaten benim de işim vardı yine çıkacaktım." dedi. "Zeynep Teyze nasıl oldu? Dün migreni tutmuştu sonlara doğru." diye sorduğumda "İlacını içti, biraz daha iyi. Dün çok gürültü vardı." dedi. "Aslında bir tekrar doktora görünmek istiyordu, bana zamanını söylese ben bir randevu ayarlardım." deyince "Benimde aklımda vardı, bu hafta için ayarlayabilirsen çok güzel olur." demişti. Kafamı salladım ve "Tamam hallederim" dedim. Bana bakıp gülümsedi ve "Sende doktor oluyorsun he. Şu hale bak, önceden sokakta koşup oynardık, hatta evcilik oynadığımızda sen hep doktor olurdun şimdiyse gerçek bir doktor olup insanların hayatını kurtarıyorsun." dedi. Bende ona gülümsedim ve "Sevdiğim insanların kayıplarına katlanamadığım için doktor olmak istiyordum aslında, çok şükür gerçekleştirebildim." dedim. "Valla ben seninle gurur duyuyorum. Cidden bak! Biz dağlarda görevimizi yapıyoruz, sen burada." dediğinde karnımda kelebekler uçuştu, aynı zamanda ise gözlerim dolunca da kafamı cama çevirdim ve gökyüzüne bakarak gözlerimin düzelmesi için uğraştım. Ona geri dönünce "Sizin yaptığınızla eşdeğer değil ki. Siz teröristleri, hainleri, katilleri öldürüyorsunuz. Ben yaşattığım insanların nasıl biri olduğunu bilmiyorum. Belki evinde karısına, çocuğuna veya da sokakta bir hayvana şiddet uygulayan biriydi. Belki eskiden terör örgütü mensubuydu, belki bu ülke için çok kötü şeyler yaptı... Ama bunları geri plana atıp sadece canını kurtarmaya odaklanıyorum. Bir keresinde, uzman doktor ile girdiğimiz bir ameliyat tam 15 saat sürmüştü! O kadar uğraştık, çabaladık ki... Kaç kez kalbi durdu ama geri döndürebildik. Çıktığımda öğrendim, meğerse 12 yaşında ki bir kıza tecavüz etmiş. O an öyle bir yıkıldım ki sana anlatamam. Keşke dedim, keşke geberip gitseymiş. Uğraştığımız onca saate yazık." dedim.



"Şerefsiz! Kendini yine de suçlu hissetme. Sonuçta senin önceliğin her zaman hastayı kurtarmak. O kişinin vadesini Allah belirler. Bende mesela bir keresinde terörist diye yakalayıp türlü işkenceler yapmıştım ama sonrasında o çocuğun zorla yanlarında tutulduğunu, onlardan da işkence gördüğünü öğrendim. Ben de bir süre kendime gelemedim, kendimi suçladım fakat ikimiz de bilemezdik. Bu yüzden ne olursa olsun kendini suçlu hissetme ve önünde yatan kişinin hayatını değil canını düşün." dediğinde kafamı salladım ve "Teşekkür ederim." dedim.

Bu konuşmadan sonra ikimizde sessizliğe bürünmüştük. Ben onun dediklerini düşünürken üniversiteye geldiğimizi fark ettim. Emniyet kemerimi çıkartırken "Çok teşekkür ederim." dedim. Okula bir göz gezdirdi ve "İşin ne kadar sürer?" diye sordu. Çantamın kulpunu ayarlarken "Bir hocayla görüşmem gerekiyor, çok sürmez herhalde. Oradan da hastaneye geçeceğim." dedim. Kafasını sallayıp "Tamam o zaman burada bekliyorum seni." demesi ise günün ikinci şokuydu.

"Gerek yok, hem senin de işin varmış. Buraya kadar getirmen bile yetti." dedim. "Zaten işin kısaymış, benim de daha zamanım var. Hadi bekliyorum." demesiyle mecbur kafamı salladım ve arabadan inip okula yürümeye başladım.

Ben daha dünü hazmedemezken bugün yaşadıklarım vücudumda şok, karnımda ise kelebek etkisi yaratırken önüme bir anda Furkan çıkınca yerimde sıçradım. "Nereye böyle güzellik?" derken yan yana yürümeye devam ettik. "Güray hocayı bulmam lazım, bir şey konuşacakmış benimle." dedim. Furkan, 2 alt dönemdeydi. Aslında yaşça daha büyüktü fakat dönemi geçemediği için asla mezun olamıyordu.

"Buluruz sıkıntı değil, sonra bir şeyler yapalım mı?" diye sordu her zamanki gibi. "Hastaneye gitmem lazım." diyerek geçiştirdim. Ellerini cebine koydu ve hafifçe bana eğilerek "Birlikte geçelim o zaman?" diye yine bir teklifte bulununca sıkıntıyla ofladım. Aklıma Alparslan'ın gelmesiyle "Başkasına sözüm var." dedim ve görüş alanıma giren Güray hocayla "Hocam!" diyerek koşmaya başladım.

"Ah, Leyla. Bende seni bekliyordum." deyince gülümsedim ve "Önemli bir şey konuşmam lazım demiştiniz." dedim. "Vaktin var mı, odamda konuşalım?" diye sorunca saatime baktım ve "Hastaneye geçmem gerekiyordu aslında." dedim. Elindeki dosyayı katladı ve "Tamam o zaman. Bu yıl birinci sınıflara bir seminer hazırlamayı düşünüyoruz. Çeşitli doçent doktorlar da konuşma yapacak fakat okul birincisi olarak senin de konuşma yapmanı istiyorum. Kasılmana gerek yok, kısa bir konuşma yeterli. Motive edersen, bölümü anlatırsan zaten bilgilendirmiş olursun. Yapabilir misin?" dedi. Heyecanlanırken "Tabii ki yaparım. Ne zaman yapılacak seminer?" diye sordum. "Şuan zamanını ayarlamaya çalışıyoruz ama büyük ihtimal bir ay sonra gerçekleşir. Sen konuşmanı erkenden hazırlarsan rahat edersin." dediğinde kafamı salladım ve "Tamamdır, iyi günler hocam" dedim.

Arkamı döndüğümde kenarda beni bekleyen Furkan'ı görsem de umursamadan yürümeye başladım. "Kime sözün var?" diye sorunca durdum ve sabır dileyerek ona döndüm ve "Neden soruyorsun?" dedim. Gevşek gevşek "Yani kızım biz varken başka kiminle gideceksin ki?" deyince "Birincisi, ben senin kızın değilim. İkincisi, kimse olmasa bile gitmek istemiyorsam seninle gitmem." dedim ve arabaya yürümeye başladım.

Alparslan arabadan inmiş, kaputa yaslanmış beni bekliyordu. Saçlarımı düzelttim ve Alparslan'ın yanına yürüdüm. Yanına gelince gülümseyerek "Gidebiliriz." dedim ve onun peşinden arabaya bindim. Bu sefer sessiz bir yolculuk sonrasında hastaneye gelmiştik. Araba durduğunda ona döndüm ve "Çok teşekkür ederim, sana da zahmet verdim." dedim mahcup bir şekilde. Alnını kaşırken "Bunu tatlıyla ödeyebilirsin bence." deyip gülünce bende güldüm ve "Memnuniyetle." dedim. Emniyet kemerimi çıkartırken "İyi günler." dileyip arabadan indim.

Hastanede forma takımımı giyindikten sonra bir tokayla saçlarımı topladım ve acile geçtim. "Günaydıın!" diyerek yerime geçerken aynı şekilde cevaplar almıştım. Günüm her zamanki gibi yorgun geçmişti. Akşama doğru hastanede, hasta yakınları arasında çıkan kavgayla sinirlerim iyice gerilirken saatimin dolmasına şükrettim ve üzerimi değiştirip hastaneden çıktım.



Bugünün üstüne bir de kalabalık bir otobüs yolculuğu eklenince resmen yere çöküp ağlayasım gelmişti! Yorgun argın otobüsten inip, mahallede yürürken market gözüme çarptı ve bugünkü sinirimin üzerine o da eklenince oraya yürümeye başladım. Yusuf yine kasadaydı, beni görünce hemen ayağa kalktı. "Sen ne yapıyorsun?" deyip sinirle ona baktım. "Ne yapıyormuşum?" dedi sanki dün gece yaşanmamış gibi. Sinirle etrafıma bakındım ve ona dönüp "Annemlere haber yollatmak ne demek Yusuf? Sana o gözle bakmadığımı sende gayet iyi biliyorsun. Daha neyi uzatıyorsun?" dedim. Sinirle kasa tezgâhına vururken "Belki dedim, belki düşünür, kabul eder. Belki oluruz. Ama sen beni dinlemiyorsun bile. Bir şans vermiyorsun ki." demesiyle "Yusuf, sana ilk ve son kez söylüyorum. Seninle benim bir geleceğimiz olamaz. Lütfen daha fazla uzatma." dedim ve marketten çıktım. Tamam, beni sevme diyemezdim sonuçta şuan Alparslan bana öyle dese ben onu sevmeyi bırakamazdım ama zorlamasının bir anlamı yoktu.

Eve geçince ayakkabılarımın arkasına basarak öylesine bir yere attım ve çekirdek çitleyerek dizi izleyen ailemin yanına geçerek "Evin en sevdiğiniz üyesi geldi canım ailem!" diye bağırdım. Kimse dönüp bana bakmazken, görmeseler de dil çıkarttım ve mutfağa geçtim.

Bugünün ödemesini yapma zamanı gelmişti sanırım. Çantamı ve hırkamı sandalyeye bıraktım ve malzemelerimi kontrol edip, ellerimi yıkayarak muhallebiyi yapmaya başladım. Alparslan isterse her gün yapabilirdim bu tatlıyı. Her ne kadar bugün götürmek istesem de tatlının olma sürecini düşününce yarın götürebileceğim için yüzüm düştü. Ama en azında yarın onu görmek için bahanem olmuştu fena mı?

Hazırladığım tepsiyi buzluğa bıraktım ve çantam ile hırkamı alarak odama geçip pijamalarımı giydim. Manyak gibi gelir gelmez o yorgunluğumun üstüne tatlı yapmıştım. Yatağımda yayılırken yüzümdeki pis sırıtışla Yasemin'i aradım. Ona bugün olanları uzun anlatırken içeriye sesimin gitmemesi için çabalıyordum. Birlikte bazı saçma sesler çıkararak kriz geçirdikten sonra TUS'u düşünüp telefonu kapattım ve panduflarımı giyerek masama geçtim. Ders notlarımı çıkartıp kaldığım yerden devam ederken yüzümdeki sırıtışı silemiyordum.

Küçükken mahallede hep oyunlar oynardık. Her oyunda da ben doktor olmak, Alparslan ise asker olmak isterdi. İkimiz de hayallerimizi gerçekleştirirken, ben kendi hayalime onu da katmıştım. Yaşadığım bu yerde, şehit haberleri, yaralanma haberleri geldikçe okuluma daha da asıldım. Alparslan'ın bir çatışmada yaralandığını öğrendikçe ağlayarak tüm dönemin derslerine çalışırdım. Erkenden bitirmek için elimden gelenleri yapsam da, yaptıklarım sadece okul birincisi olmama yetmişti. Dersler beni ne zaman zorlarsa hep onu düşünüp, çalışmaya devam ediyordum.

Ben ders çalışırken annem arada bana meyve getiriyordu. Telefonumu sessize alıp yatağımın üstüne attığım için çalışmam hiç bölünmemişti, yoksa gruplarda tonlarca mesaj geldiğini düşünebiliyordum. Boynum ağrımaya başlarken saatin üç olduğunu görmem ile notlarımı kaldırdım ve esneyerek kendimi yatağa attım.

Ertesi gün sabahın köründe uyanırken, sadece dört saatlik uykunun bana yetmeyeceğini bilsem de yapacak şeyim yoktu. Uykusuz kalmaya çoktan alışmıştım ben. Geceler boyu ders çalışmam, hastanede nöbete kalmalarım, Alparslan'ın yolunu gözlemelerim ile uyku bana adeta küsmüştü.

Hazırlanıp, çökmüş gözaltlarımla evden çıktım. Bir günüm daha hastaneyle geçerken, günün son hastasını bir türlü anlayamıyordum. "Hele doktor hanım, ha böyle başım bir gidiyi bir geliyi. Sanki kafamın içinde ha bizim horon ekibi tepiniyi." diyince yanımda olan Tuğçe ile göz göze geldik. "Amcacığım, ben size bir ağrı kesici yazacağım fakat bir rahatsızlığınız varsa şuan belli olmaz. Nörolojiden randevu almalısınız, onlar da büyük ihtimalle MR'a yollarlar." diyerek iğne yazdım ve odadan çıkan amca ile Tuğçe'yle kahkaha atmaya başladık. "Hele Tuğçe, benim artık kafamda horon tepiyler, ben gidiyrim." derken Tuğçe karnını tuttu ve kahkahaları arasında "Ta-tamam." dedi. Eşyalarımı toparladım ve hastaneden çıktım. Otobüste ayakta dikilirken aklıma gelen amcayla kahkahalarımı zor tuttum.

Eve geçip ailemi selamladıktan sonra çantamı bir köşeye fırlattım ve üstümü değiştirdim. Sarı askılı, uçuş uçuş olan sade bir elbiseyi üstüme geçirdim ve bugün resmen kafama yapışan saçlarımı düzeltmek için kuru şampuan kullandım. Makyajımda ufak düzeltmeler yaptıktan sonra odamdan çıktım ve mutfağa geçtim. Buzdolabından tepsiyi çıkartıp, soğuduğuna emin olunca güzelce tatlımı sardım ve başka düz büyük bir tabağa dizdim.

Salonda oturan anneme "Aleyna ablalara gidiyorum." diyerek evden çıktım ve ayaklarım titreye titreye Alparslanların evine yürüdüm. Kapıyı çaldığımda, kapıyı "Bir kere de anahtarını al be kızım!" diye bağırarak Alparslan açmıştı. Üzerinde siyah bol tişörtü, altında ise yine siyah bir eşofman vardı. Beni görünce mahcubiyetle kaşlarını kaldırdı ve hafifçe gülerek "Çok pardon ben Aleyna sanmıştım." dedi. Gülümseyip "Önemli değil. Ben borcumu ödemeye geldim." diyerek tabağı gösterdim. Gözleri elime inerken kalpli gözlerle tabağa bakıp elimden aldı ve tüm hevesimi kursağımda bırakan o cümleyi kurdu.

"Ben abilik vazifemi yerine getirdim ama bana hep tatlı yapacaksan, seni her gün hastaneye bırakabilirim ufaklık."








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder